22 Temmuz 2009 Çarşamba

Kan Var Bütün Kelimelerin Altında / Cemal Süreya

Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay söyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte durup dururken şurda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızlaırn göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimeleirin ardında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır bellepin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında

Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde

Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde

Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde

Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda

Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında

21 Temmuz 2009 Salı

Kalırsa Bir Soru / Ahmet Erhan

kalırsa bir soru kalır benden
yanıtı var mıdır bilmem
denizine göğüne toprağına,
uçanına kaçanına
bu dünyanın

kalırsa bir soru kalır benden
ölüm gelir,
gün akşama kavuşurken

kalırsa bir soru kalır benden
yanıtı var mıdır bilmem
yazar elim upuzun bir şiir
söyler dilim içli bir türkü

kalırsa bir soru kalır benden
gökte yıldızdır o
toprakta gömü

kalırsa bir soru kalır benden
bir de üç beş şiir, iyi kötü
kalırsa bir soru

Rüya / Ahmet Güntan

Çok basit bir şey arıyor: senin beni aramanı,
itirazım yok, sürdürecek bana itirazını,
senin aradığın gibi aramıyorum, ben, seni,
aradığım, beni, istediğim şekilde arıyor.

Çok basit, ben, bunu bana, sen göstereceksin,
aradığın gibi aradıkça bekleyeceğim, seni,
gelen neyse, götürüp göster, beni,
aradığım yerde, beni, bulup döneceğim.

Çok basit, aradığım saf, sende yok, değilsin bende,
sen gel, bul beni, uykudayım ben, sende,
uykumda uyutuyordun, beni, benden,
gel benim uykumda uyu, sen, beni arıyorsun.

Çok basit, senin uykunu, uyutacak, bana,
kime olduğunu bilmeden aşık oluyorum sana,
aradığını anlamadı, biri, beni,
uyut onu, gösterme, tekrar herkese.

Tekrar başa dönmek istiyorum,
yat, unutmak istiyorsan, yat, öyleyse, unut,
yanında, bilen, bilebilen var mı senin,
uyuyorsun sen, beni, artık unut.

Tekrar, tekrar, tekrar,
baştan başlamak istiyorum.

Tekrar, tekrar, tekrar,
dursun, durmayan.

Tekrar, tekrar, tekrar,
kaçıp, kovalayan.

Ben Ruhi Bey Nasılım / Edip Cansever

i

gordun mu hic suyun yanmasini tuzda
gordum ben bu yasam boyu iniltiyi
buyuk bahcelerin kucuk icinde
saksilardan birinde
gordum de
uyurken uyandirilmis gibi
beni bir sardunya buyuttu belki.

o ben ki
bir kadinda bir cocuk hayaleti mi
bir cocukta bir kadin hayaleti mi
yalnizca bir hayalet mi yoksa.

ne peki
yere dokulen bir un sessizligi mi
goge birakilmis bir balon sessizligi mi
isini bitirmis bir org tamircisinin
tuslardan birine dokunacakkenki
dikkati ve tedirginligi mi.

bekler mi beni
her yani, ama her yani cocuklar gibi gulumseyen
bir suru yaz gununun icinde
acaba bekler mi beni
uykularim, o sonsuz uykularim
yanmis bir limonluktaki
- ve limonlar ki her gun bir yaprak ayininde
sesini hic eksiltmeyen -
ama bilmez miyim ben
bilmez miyim hic
boyle sig hayallerle oyalanmak yerine
kisacik bir zaman olmaliydi elimde
turfanda meyva gibi bir zaman
yollar yollar kateden tadi ve eksiligi
gecerek erguvanlarin donemecinden
leylaklarin dortyol agzindan
yapistirincaya dek beni dudaklarina
acinin dudaklarina ve gecmisin
bir yaban gulu yapragi gibi beni
ama ne gezer.

korkmuyorum artik solmaktan
solmaktan ve solgunluktan
gelmisim nerelerden boyle
kurumus bir dere yatagi gibi
ya da pek kurumamis da
baygin, hasta ya da cancekisen
cirparaktan yuzgeclerimi dip sularinda
ya da yer tahtalari, musamba, ortuk perdelerin kasvetini
yorgun duserek tasimaktan
ve ne cikar ayirmasam kendimi
sularin buyuk ickilere kavustugu koylardan.

koylardan
kapsayan o sevimsiz, o kucuk asklari da
eskiyen turunclar gibi ilk rengini pek aratmayan
ayirmasam kendimi
diyorum ayirmasam
kohnemis bir geminin - izine pek rastlanilmayan -
icindeki bir yolcudan da, degerli taslarla dolu cepleri
cepleri yuregi cepleri
ayirmasam da ben
kim gorurdu o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
siradan acilardir cunku butun ilgileri toplayan
oysa sikintiyi burusuk bir ic camasiri gibi saklayan
bu kimiltisiz govde
gorulmemistir ki hic gorulsun simdi
gorulmedigi gibi gundogumundan havalanan kuslarin
ya da bir oda kapisini actiginiz zaman
o muthis ogle sicaginda
pencerenin onunde orgu oren birinin
- orgu mu, bir cay bardagini baska baska tutan ellerin becerikli-
ligi mi -
gorulmedigi gibi
ama var miydi sanki gorulmeyi isteyen
var miydi bir seyler bekleyen yuregimin eskittiklerinden.

ii

ve her sey hizla yetisti sonra
sari bir gunun kahverengi yarinina.

yikilmis bir agacin ustunde yillarca oturdum da
gozleri avina benzeyen bir avciydim sanki
agac da curumus zaten
kazimis, oymus bir yerlerinden gelip gecen onu
agac mi, ici yillarla dolu bir kutu mu
cozmek icin mi acaba iclerindeki bir gizi
- gizi mi, bir giz gereksinmesini mi -
yoklamislar orasindan burasindan
kim bilir.

ama sessizlikten baska ne bulmuslar
onemsiz bir iki anidan baska
ya insan kiliginda ya da bir dekor taskinliginda
sorarim ne bulmuslar
coktan yeni bir umuda donmustur onlar da
anilar.

oysa bambaska seyler olmaliydi agacta
kazilmis, oyulmus yerlerinde agacin
buruk mayhos, daha cok da bir zehir tadindaki
bir seyler olmaliydi. ve sanki
yillar var ki saklamisim orda ben
saklamisim anlasilan
odasinda yapayalniz doguran bir kadinin
disa vurmak istemedigi
ya da pek gereksinmedigi
o iniltiyi andiran
duyurulmayan her seyi.

iii

ve her sey donustu iste
kahverengi bir carsambadan
sapsari bir cumartesiye.

ansizin bir ruzgar cikti demin
colde yanit arayan alayci bir ruzgar
kolali bir ortu gibi acitiyor yuzumu
yakiyor gozkapaklarimi da
toplayip getiriyor anilarimi bir bir
uzun yollari hic sevmeyen anilarimi.

(kac turlu girilirdi anilardan iceri?
1 - iste! bir zambagin ozsuyunun icilisi gibi
2 - sut emer gibi bir memeden
butun renklerin ve butun kokularin bir bir bilinisi
3 - dibini kaziyor alanlar: dunyanin iccekisi.)

(ansak mi anmasak mi
yeri mi simdi degil mi
bir tren yolculugunda ve her yerde
her seyin ya da hicbir seyin hic mi hic cekilmezligini
bir hafta tatilini, bir ogle vaktini, belki bir pazartesiyi
saatler iyi
adamlar guluyorlarsa iyi, gulmuyorlarsa gene iyi
ve butun yolcularin dalgin
koparip koparip bir seyler yediklerini
gorunuste kararsiz

gorunuste uzgun, endiseli
gorsek mi acaba, gormesek mi
acip da kapali gozlerini arada
soyle bir gorunumu tek bir solukta
yalandan, inatla icine cekenleri
ya da bir kopruden gecerken, bir tunele girerken
belirtip yuzlerinde cok gormuslugun izlerini
bir tilki cevikligiyle, acele
katarak yolculuga hic yoktan bir gizemliligi
bilmem ki, gormesek mi
durunca tren bir istasyonda
dudaklari catlamis, atesli, hasta bir istasyonda
dunyanin butun elma saticilarina bakip
bakip da her seyi ilk defa taniyormus gibi
uzanip pencerelerden sarkik gerdanlariyla
tutarak parmaklariyla yalanci
ve ucuzundan bir kolyeyi
acaba gormesek mi
bir treni ve dunyada tren olan her seyi.

ansak mi anmasak mi acaba
yeri mi simdi, degil mi
sirasini bekleyen bir kadinin, hasta
gereginden fazla abartilmis yuzunu
besbelli igrenirdiniz
cevirirdiniz gozlerinizi yer tahtalarina
bir duvar saatine ya da kapiya
telefona bakardiniz, tirnaklarinizi incelerdiniz uzun uzun
kisaca
kacinmak isterdiniz o yuzden - ama bitmedi -
gordunuz, goruverdiniz bir daha
siyrilmis acilardan ansizin
sevecen, durgun, sade
o yuzu
belki de, orda, acele
karar verdiniz
bir anneniz olsun isterdiniz boyle
ve belki de sarilip opmek isterdiniz onu
her neyse...

soylesek, yeniden mi soylesek simdi de
ben uzun yollari hic sevmem
dogacak bir cocuk gibi beklemeli anilar
ansizin dogmali, ansizin olmeli saniyelerde.)

iv

birakip gidiyor anilarimi ruzgar
denize birakilmis copler gibi
yol kenarlarinda birikmis gereksiz esyalar gibi
geri veriyor ve cekip gidiyor usulca.

bulanik bir havuzun yaninda buluyorum kendimi
bakimsiz, taslari kirik bir havuzun yaninda
icinden koyu yesil bir cocugun baktigi
curumeye yuz tutmus yaprak renginde
aglamasi yagmurlu bir sundurmaya benzeyen
kirik iskemleleri, catlamis mermer masasiyla
yagmurlu bir sundurmaya
ve pencerelerde belli belirsiz bir kadin
pencerelerde ve her yanda.

bir cocukta bir kadin hayaleti mi
bir kadinda bir cocuk hayaleti mi
yalnizca bir hayalet mi yoksa.

(nerdeyim
kelebeklerden dokunuslar alan bir yaprak gibi inceyim
para bozduranlarin az cok bildigi
adres soranlarin gene bildigi
bir sokakta bir asagi bir yukari
saatlerce dolasanlarin hemen hemen bildigi
amansiz bir gucenigim.)

geri getiriyor bunlari ruzgar
geri getiriyor anilmasi kirmizi bir konagi da
iniltili, hasta bir konagi da
catisinda baykuslarin tunedigi
birtakim iplerin dugumlendigi tahtaboslarda
ve butun konusmalarin bir tek cumlede toplanip
suskunlugu bir anit gibi yukselttigi
bir konagi ve konagin olanca gorkemini
geri getiriyor ruzgar.

(konaksa yandi coktan
tertemiz bir asfalt ezip gecti onu
iyi biliyorum tertemiz bir asfalt
ezip gecti onu
kirmizi bir konak mezari golgesi birakarak.)

ve yillar ve gunler ve saatler ayarlandi
caddeler, ishanlari, kahveler ayarladi
meyhaneler, genelevler
pasajlar, dar sokaklar, gecitler
soguk biralar ayarlandi, soguk her sey
ve butun iliskiler
birden yerini aldi.

ve her sey yetisti gene
sari bir carsambadan
kahverengi bir cumartesiye.

v

ben ruhi bey, nasil olan ruhi bey
nasilim
bir yaz ikindisinden ciktim geldim
diyelim bir pazartesiydi, biraz da soyle geldim
kapiyi iyice kapadim
- kapadim mi, evet, kapadim -
citlembik agacinin altindan gectim
frenk uzumlerinden bir iki salkim kopardim
dislerimle siyirdim
sardunya renginde ve sardunya tadinda idiler
biri fotografimi cekiyorkenki gibi durdum
azicik gulumsedim
ve dunya bana gulumsedi
cakillarin ustunden yurudum
yurudum ki, bir sese benziyordum sanki
yuzyillarca once kirilmis bir kemik sesi
iyice duydum
cikarken bahce kapisini acik biraktim
- cok yuksekti. deniz dibi renginde ve demirdendi. ustunde
aslan basi kabartmalar vardi. iki yaninda cok yuksek iki
duvar uzar giderdi. disardan cam agaclari gorunurdu.
bir kirbac gibi gorunurdu. ve agaclarin ustunde kirbac
kiliflarina benzeyen ve evlatliklarin mavi pazen giysilerini
andiran kalinlasmis bir gokyuzu dururdu -

on sekiz on bes trenine yetistim
genis kadife koltuga oturdum
puromu yaktim - iki kibrit harcadim -
aksam gazetelerinde pek bir sey yoktu
haydarpasa'ya kadar bulmaca cozdum
iskelede saclari cok iyi taranmis bir kiz bana bakti
bakisindan tedirgin oldum
giyimsizdi, boyasizdi, bakimsizdi
vapurla karakoy'e gectim
tokatli'ya ugradim
kopruden aldigim fransiz dergilerini karistirdim
kirazla bir kadeh raki ictim
cikarken boy aynasinda kendime baktim
oldukca yakisikliydim
gomlegim tertemizdi, beyaz ceketim
tertemizdi ve ayakkabilarim
pantolonum utulu
yelek cebimde ince altin bir zincir
sari ve ince biyiklarim
tam ruhi bey biyigiydi
ve iki parmagim arasinda bir cicek sapi
- zakkum muydu, degil miydi, belki yazpati -
boynumda menekse rengi bir papyon
hafifce sarkik
dudagimda bitti bitecek bir sigara
kenarinda dudagimin
disari ciktim.

tunele bindim, asmalimescit'teki viyana lokantasi'na geldim
avusturyali kari koca beni karsiladilar
ikisi de egilerek ben dimdik durdukca onlar bir kez daha egilerek
sonra yuz kez bin kez ve durmaksizin egilerek beni karsiladi-
lar
benden baska oldukca sisman iki adam daha vardi, beyaz ruslar-
dandilar, gozleri necef tasi gibi sert ve parlakti
tezgahta bir leh yahudisi votka iciyordu, yuzundeki ince damar-
lar fircayla cizilmis gibiydi, bir silinip bir canlaniyorlardi
soguk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
ustune kremali ahududu getirdiler, likorle kahve getirdiler
cikarken bolca bahsis biraktim.
markiz'e ugradim, dort mevsimden suzulmus bir konyak ictim
duzeltip arada bir biyiklarimi
uclari hafifce islak
bir ara pencere caminda kendime baktim
baktim ki, ben ruhi bey
nasil olan ruhi bey
daha nasilim.

oradan galatasaray'a kadar yurudum
bir kadinin pembe beyaz teni dagilip ucusarak
gezindi ortalikta bir sure
ve durdum
durdum bu guzel yaz ikindisinden cikip
bambaska bir sonbahar sabahini giyininceye kadar
nasilim.

vi

nasil olacaksiniz ruhi bey
bugun de erkencisiniz ruhi bey
sarapla bira mi iciyorsunuz ruhi bey
boyle sabah sabah ruhi bey
aksam aksam ruhi bey
aksam sabah ruhi bey
cigara alir miydiniz ruhi bey
yakalim ruhi bey, yakalim
boyle usumuyor musunuz ruhi bey
benim de ayakkabilarim su aliyor ruhi bey
ne olur ne olmaz
onumuz kis ruhi bey
ee, daha nasilsiniz ruhi bey
- iyiyim iyiyim.

(gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
kizgin bir sardunyanin ustelik uvey cocugu
pembe pembe azarlanirim
o olur ben azarlanirim
kocaman bir konakta uzarim kisalirim
ellerim tirnaklarim
yeni kirpilmis bir koyun derisi gibi pespembe
ve sicak
gozlerim, gozlerim benim
denizi ilk defa goren bir cocugun
birdenbire yaslanmasi neyse.)

sizinle goruselim ruhi bey
vaktim yok, vaktim yok
ruhi bey goruselim
vaktim yok gorusmeye kimseyle
ruhi bey!
kendimle bile, kendimle bile.
(olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
ama hic kimse.)

bir cicek sergicisi der ki

bin dokuz yuz on iki miydi, bin dokuz yuz elli iki miydi
gunesli bir ogle miydi, cicekler golgesiz miydi
ellerim kirli miydi
neydi
ciceklere su mu serpiyordum, bir karanfil cok mu uzaklardan gel-
misti
bilmem ki
benim butun yasamimda hep karanfiller olmustur
her zaman hatirlarim
sanki bir karanfilden surekli dogmusumdur
bin dokuz yuz on iki dogumlu bir karanfili
karim gogsune takmisti. simdi ben cok yasliyim
simdi ben nedense cok yasliyim
herkesi ayri ayri tanimam
ruhi bey'i icerenkoy'den tanirim
icerenkoy'u iyi bilirim de ondan
kac yil onceydi, simdi unuttum
babasini da tanirim
kac yil onceydi, bilemem
uryani erigi gibi gozleri vardi
cizmeleri, kamcisi
ruhi bey benden cicek alirdi
o zamanlar sokak sokak dolasirdim
cicek alanlari iyi bilirdim
ruhi bey de cicek alirdi
nedense benden alirdi. cunku ben cicekleri cok bicimli tutarim
kuskonmazlari sevmem, kullanmam
ciceklerin araliklarina bakarim
sanki ben onlari hep yeniden yaratirim, yontarim
bin dokuz yuz kirk ucde biri oldu
boynu degil, bir karanfilin sapiydi, yana dustu
dusunce oldu
bir oluluk sindi ellerime
bir oluluk bana sindi
ona sergimde her zaman bir yer ayiririm
kimseler bilmez
ben iste gizli gizli onu sularim
karanlik bir karanfilligi
yoklukta bir karanfilligi
o gun bugundur butun cicekler
karanfildir benim icin.

bir gun de bir demet karanfilim yandi
bir demet karanfilin penceresi, kapisi
nedense yandi
once giyinik bir ev gorunumundeydi, oyleydi
takindi kirmizilarini sonra
suslendi
bir bosluk edindi orda kendine
hemen oracikta bir bosluk
acti semsiyesini ve gitti.

ben simdi oglumun yaninda kalirim
onun kirmizi yapraklardan yapilmis
bir zamandisiligi vardir
beni anlamaz
anlamaz, niye anlasin
anlasilmak! - degil mi ama - sanki kimsenin olamaz.

ben kendime bir karanfil mezari satin aldim
beni oraya gomecekler
ruhi bey cenazeme gelecek
ama hangi ruhi bey
dogrusu biraz sasirdim
icerenkoy'deki ruhi bey gelmez
o sadece karanfil satin alir
olumu pek begenmez
simdiki ruhi bey olume daha yatkindir
yasamaya da
olumle yasam arasinda bunalir bunalir
ben bu kadarini anlarim
o gelir beni kaldirir
bir karanfil kalabaligina artik katilir
gecen gun gordum
acimayi unuttum
sevinmeyi unuttum
ben her seyi artik unutuyorum
ama o gecerken ne yalan soyleyeyim suramda bir agri duydum
agri da degildi belki, hani, nasil
govdemi yeniden buldum
acilar acilara eklenince agirlasiyor
govdem de agirlasiyor
ruhi beyle ben kocaman bir demet karanfil oluyoruz
su ustumdeki bosluk kadar
bir demet
yok artik pek konusmuyoruz
benim sozlerim eksildi
onunki de eksildi
zaten kelimeler sonludur
oyle degil mi
donuk donuk bakisiyoruz
ben olume iyice yakin
o yasamaktan uzak
oyle bir gok icinde durmus gibiyiz
karanfiller olurken
karanfillerden bir deniz.

bir meyhane garsonu

iste
isinmis parke yolun kokusu
demek ki ben mutsusuzum
tuhaf bir su icmisim de sanki icim gorunuyor
gozlerim buzdan
icimde yaz kiriklari.

eklemek gerek
buyumesi gibi bir salyangozun
yillarla degil, yillarla degil
saniyelerle kivrilmistir kabugum.

aynalipasaj'i gectim
gecerken sagli sollu aynalara baktim - her gunku gibi -
vitrinlere baktim, dugmelere, fermuarlara
yukardaki tas heykelciklere baktim
bakmasam ne yapacaktim, acilip kapanmaya basladi dudaklarim
gozkapaklarim
acilip kapanmaya
acilip kapanan cozulen
ne varsa duyuyordum kendimde
balikpazari'na saptim.

ben balikpazari'na sapinca
dunyada sayilmayan bir sabahti
ve sayilmayan bir adamdim
nasil duruyorsa gokyuzu sayilmadan
boylu boyunca bir duvar
ve uzay nasil duruyorsa
- uzay ki mutluluktur
ele gecmeyen bir sonsuzluktur uzay -
ben masalara sunu bunu tasirdim.

oldukca dar bir sokaga gelince durdum
karsidan karsiya camasirlar asmislardi
mor, pembe, beyaz camasirlar
kizgin yaz gunesinin altinda
hoslandim
anahtari kilide soktum, bundan da hoslandim
cevirdim bir iki kez, kapi titredi
ben de titredim
dukkani actim.

karsiki evler coktan uyanmisti
hemen herkesi az cok tanirdim
iki kocakari, levanten, dama oynuyorlardi gene camin onunde
cinko balkonda bir kiz cocugu agliyordu
oydu
bir saticiya sesleniyordu, oydu
besbelli yeni uyanmisti, saclari daginikti
zayifti, surekliydi, degismiyordu
sesi inceydi, isterikti
saate baktim dokuz bucuktu.

ne yaptim da ben, daha sonra ne yapacaktim
once helaya girdim, bir sure helada kaldim
terledim, adini bilmedigim bir kokuyla koktum
mutfaga girdim
patatesleri soydum yikadim
domatesleri salataliklari
soydum yikadim
muska boregi sardim kaldirdim
bira kasalarini, bos siseleri
dukkanin onune cikardim
camlari sildim, ortaligi supurdum
sonra bir iskemleye oturdum
orda yuz binlerce cinayeti ben
ve intihari
bir mutluluk gibi disimda duydum.

evet, gelirdi
ruhi bey mi dediniz, evet, gelirdi.

patron masaya gelir

ben patronum, soyle boyle bir adamim
birakin konusayim
bir bira iceyim konusayim
kim ne derse desin kadinlara duskunum
ne yapayim oyleyim
kadin dendi mi sanki ben
visneli bir dondurmayi durmaksizin yalarim.

ruhi beyi pek tanimam
yok, hayir, belki de iyi tanirim
neden derseniz ben herkesi iyi tanirim
issizim, dulgerim, boyaciyim
herkesle bir olurum
kisiliksiz kalirim.

gunun herhangi bir saatinde cikar gelir
nasilsiniz ruhi bey, derim
o her zamanki gibi: iyiyim, iyiyim!
su kosedeki masa onundur
baskasi oturmuyorsa gider oturur
saraptan baska bir sey icmez
bazen sarapla birayi karistirir
dogrusu sarhosken hic gormedim
tersine cok incedir, derim ki biraz da soyludur
nedense bulutlanir gozleri arada
o zaman kimseyi gormez
uzaklara bakar yalnizca
benimle konusurken, gazetesini okurken
ruhi bey uzaklara bakar
sanirsiniz ki iste cok uzaklarda bir ruhi bey daha var
bana oyle gelir ki durmadan geri cagirir onu
ama durmadan
va alir karsisina - neden bilinmez -
suclu bir cocuktur da sanki o, gizli gizli azarlar.

parasi varsa verir
yoksa hicbir sey soylemeden cekip gider
sonra bir cep saati vardir, arada cikarip bakar
ama bilirim saatle filan isi yoktur
zaten zamanla isi yoktur ki ruhi beyin
hep ayni elbiseyi giyer
yazin ceketini cikarir
kravati ip gibidir, incedir
ayaklarina hic bakmadim
o kadar ilginctir ki yuzu, ayaklari bilmem var midir.

bu meyhaneyi yirmi yildir isletirim
dogrusu ruhi bey gibisini hic gormedim
misircarsisi'nda baharatci dukkanlari vardir, bilirsiniz
ruhi beyi ben o dukkanlara benzetirim
binlerce seydir cunku ruhi bey
nanedir, ada cayidir, zencefildir
bu cevrede herkes onu tanir
bana sorarsaniz tanimaz
soyle ki, bir ayakkabi civisi gibi kendine batar
sarabiyla batar, uykusuzluguyla batar
gulmesi huznune
konusmasi susmasina batar.

cok oturmaz, usulca kalkip gider
sikilir da mi gider, pek anlamam
anladigim bir sey varsa
su bardagi goruyorsunuz ya
bardaga birayi bosalttigim gibi gider
gitmeden once biraz siliklesir
sonra busbutun solar
gercekte
dort mevsimin karisimi gibidir ruhi bey.

size bir olay anlatayim, cok kisa
bir kis gunuydu, kar yagiyordu
gok sapindan bosalmis papatya yapraklari gibi duruyordu
kapida ruhi beyi gordum
gozleri kipkirmiziydi
gozleri karin icinde kipkirmiziydi
cignenmemis karin ustunde
iki tek kokina gibi duruyordu gozleri
beni birine gosteriyordu eliyle
yaninda kimseler yoktu
birine yakiniyordu benden
yaninda kimseler yoktu
bir adim daha atti
eli bir bicak ucu gibi sipsivriydi, uzundu
ve nasil olduysa oldu
yitirdim bir anda gozden
hani dus gordum desem
o zaman da sag bilegim neden kaniyordu.

kurk tamircisi yorgo ve kucuk bir olay

tepebasi'ndan pera'ya girerken
kucuk bir alandan gececeksiniz
gecmeyin!
sagda bir ufak dukkan vardir, benimdir
kapinin ustunde kurk tamircisi yorgo yazilidir
iyi havalarda kapisi aciktir
icersi biraz lostur
los olsun, ben severim, boylesi daha guzeldir
ben, karim, bir de anjel
biz ucumuz kurk kaplariz, kurk dikeriz
anjel elimizde buyumustur, iyi kizdir
hemen hemen hic konusmayiz - icersi biraz lostur -
yoktur ki ne konussak yillarca konusmusuz.

ama baksak ki birbirimize arada
- yorulunca isten bakariz da -
sanki herkes yeni bir haber getirmis gibidir
oyledir oyledir
yuzlerimiz ona gore kesilmis
ona gore bicilmistir
cunku insan yalnizken katettigi yollardan
ne zaman donse yeni bir haber getirir
- dogrusu kentlerden kentlere mektuplar da boyle sessiz gider -
ve disardan biri gecse gozlerimiz ona dikilir
cok gormusumdur ishanlarindaki terziler
kapilari acik terziler de boyledir
biri merdivenleri cikmayagorsun
o ciraklar kalfalar yok mu
dislerinde igneler, iplikler
baslarini kaldirip
hepsi birden goz kulak kesilirler.

her neyse
biz kari koca masada calisiriz
anjel yerde calisir
nedense hoslanir bundan, yerde calisir
biraz da acik sacik giyinir - soylerim, dinlemez -
kurkleri bacaklarinin arasina sikistirir
kizarsa donunu filan gosterir - soylerim, dinlemez -
yeni evlidir, kocasi burda yoktur.

ruhi bey derler bir adam vardir
ne bileyim iste, boyle bir adam vardir
cin gibidir, nereden geldigi bilinmez
dukkanin onunde durur
tam surada dikilir
git dersin gitmez
bu kez de anjel'e donerim
anjel, derim, bak kizim anjel
- soylerim, dinlemez -
yeni evlisin, kocan ne der
- hicbir sey demez!

yegeni vardir bir de anjel'in
su karsiki dukkanda calisir
on alti yaslarinda, cocuk
bir gun yakaladigi gibi ruhi beyi
tuttugu gibi yakasindan
gerisini sormayin daha iyi
- cunku ben boyle seyleri pek sevmem -
hep birden karakolluk olduk
bu olaydan tanirim iste ruhi beyi.

gene mi
evet, geliyor
seyrek de olsa geliyor
bakiyor bakiyor bakiyor yalniz
anjel desen oyle
bacaklarini dikmis oturur
aldirdigi bile yok
ruhi bey de artik fazla kalmiyor.

ruhi bey anlatiyor:
bir dugun gunu ve sonrasi

kisacik bir gundu, bir iki dakikalik bir gundu
cocuklarin gunu gibi bir gundu
kahverengi fotograflari vardi, bulanikti
hicbir sey acik secik gorunmuyordu
kocaman bir bahce olmaliydi, orda burda
tavuskuslari olmaliydi, herbiri
oyle bir basina hic kimildamadan duruyordu
saniyeler sumbuller gibiydi
saniyeler sumbuller gibiydi dokunsam iki parmagim arasinda aki-
yordu
kisacik bir gundu.

bir kisi bile yoktu
hayrunnisa ile ben vardim
seylan taslari ile islenmis bir igne vardi
yansiyan kirmizilik taraniyordu guneste
kan gibi parliyordu
soyle boyle hatirliyorum
beni olume ugurlayan bir dugun gunu
babami hatirliyorum
babamin olumunu
kirbaciyla birlikte bir cam agacina gomulu
annemse odasinda babamin
hasta yataginda
kimildamadan yatiyor
pencerede sapsari bir limon goruntusu
duvarda rengarenk bir kirbac koleksiyonu
hatirliyorum
disleri vardi hayrunnisa'nin
hatirliyorum
bir seyler vardi, ortasindan kesilir gibiydi
disleri bembeyazdi
kesilen her sey bembeyazdi
o disleriyle vardi, ben yoktum
on gun daha gecti, sonra ben gunleri unuttum
bir kusluk vaktini iyi hatirliyorum
icerenkoy'deki tozlu bir yolu
postaciyi
terziyi
o yanmis limonlugu
cicek satan adami
bir otobus duragini iyice hatirliyorum
o yoktu.

ve bir sabah ben vardim
koskoca konagi bir basima soydum
yer halilarini cikardim, kalin kadife perdeleri
maun konsolu, cin porselenlerini, gumus takimlarini
hatirliyorum
mineli pandantifleri cikardim, altin zincirleri, pirlanta yuzukleri
buyuk kristal avizeleri, sedefli koltuklari
bursa catmalarini, beykoz koleksiyonlarini, minyaturleri
hepsini, hepsini bir bir cikardim
tutkuyla cikardim, sehvetle cikardim
ofkeyle
kanini akitaraktan konagin
hatirliyorum
konakta o gece konakla kaldim.

bir genelev kadini ve...

girdi
sirtinda eski bir ceket vardi
bir yerlerden sizmisti sanki, gun isigi gibiydi
sarisindi
once bir sure kapinin onunde durdu durdu
golgelendi, inceldi, beni gordu
pek onemsemedim
zayifti, kirliydi, ickiliydi
pek onemsemedim
bakti, hic konusmadi
oysa bir isa tasviri gibi ucumluydu, guzeldi
yer gosterdim, oturmadi
bir sigara yaktim, ona da verdim
aldi
sigarasini ben yaktim
kisa bir gulumseme yurudu dudaklarindan
benim dudaklarima da gecti
cocuklar gibi kizardim
oteki kizlar gulustuler
ben kendimi sevdim, guvendim
saclarimi duzelttim, gogsumu biraz kapadim
bana elini uzatti, ellerimiz birbirine degdi
sicakti, inceydi, kiskanirim anlatmaya bu eli
agir agir odama ciktik.

girdi
acik pencereyi kapadim
perdeyi cektim
arkami dondum, yavas yavas soyundum
bilegimdeki saati cikardim
sigarami sondurdum
tam o zaman..
zaman da degildi belki
once korkunc bir gozyasi seli
sonra alabildigine bir kayalik
kayalarin ustunde bir kertenkele
ardindan bir ormanin ugultusu
binlerce kanat sesi
sag elinde bir bicak
yok, hayir, bicak da degildi
vuran, ezen, olduren bir el
ve eller
ve disler
kendimden gectim.

bir daha gelmedi, hayir, bir daha hic gelmedi
ama onunla ben
ne zaman istedimse o zaman yattim.

ruhi bey ve limonluktaki yangin

niye olmali oyleyse
ask mutlu bir surgunlukse.

uvey annemdi benim, ben sarisindim
on alti yasindaydim, sarisindim
bulanik cikmis fotograflar gibiydim, gorunumsuz
yalnizdim, karisiktim
beni taniyan kimseler yoktu
hic yoktu
icime kapaniktim
buyuk agaclarin altinda
havuzun kirik taslari arasinda
bilmezdim mutluluk nedir
bilemezdim
alip basimi gitmek isterdim
isterdim ama, kalirdim

sanki kar yagislarinin ardindan
uzun suren kar yagislarinin ardindan
sevimsiz bir lunaparkta
kimsesiz bir atlikarincaydim.

bir limonlugumuz vardi, ogle saatlerinde
bazen o limonlukta uyurdum
karisik dusler gorurdum
yalnizlik?
o bir basina kalirdi, ben bir basima kalirdim
sanki hic tuketilmeyen bir otobus duragi
gibi kalirdim
bir gun
iceri girdi, uyaniktim
yari uzanmistim, uyaniktim
bir usumuslugu tutuyordum yuzumde, uyaniktim
dudaklari aralikti, ben uyaniktim
bembeyaz disleri vardi, ben uyaniktim
oyle bir sure durdu, bakti
o bakti ben de baktim
yanima usulca uzandi
uzandigini gormedim, ama uzandi
dagildi, ucustu, bir gulus gibi uzandi
once sasirdim
once hic kimildamadim
- yalnizlik biraz azaldi -
saclarimi sevdi, hic kimildamadim
bir bicim degildim sanki, bir nesne, bir sey degildim
biraz utandim
sokuldu bana iyice, bana sarildi
dudaklarimi aldi, dudaklarimi tasirdi
kopuren sutler gibi tasirdi
kopukler icinde kaldim
- mevsim her zamanki gibi yazdi -
birden beyaz bacaklarini gordum
sonra her seyi gordum
o her seyi ben ilk defa gordum
ses cikarmadim
ses cikarmadim, kopuren sutler gibiydik
beni yeniden optu, ustune cekti beni
kopuren sutler gibiydik
limonlar beyazlandi
bir limondan bir baska limona gectik
bir limondan bir baska limona gectim
gozlerim sut gibiydi, sayisiz gozlerim vardi
ilk defa vardi
upuzun surdu, kisacik surdu
beni birakti
ayaga kalkti, saclarini duzeltti
ustunu basini duzeltti
butun beyazliklari duzeltti
sut dindi
ama ben kaldim
coraklar, coller, tuzlu denizler gibi kaldim
o gozlerini dikti bana
- ben suyun yanmasi gibi tuzda -
anlamsiz, uzun
gizli, korunakli
yuzuyle itermis gibi ilk defa gordugu bir yaratigi
yillarca, ama yillarca
bakti bakti bakti.

kimseye bir sey soylemedim
ama bir daha gelmedi
ne sevgi, ne nefret, onceleri bir sey duymadim
sadece gelsin istedim
uyanik bekledim
gelsin istedim
ama bir daha gelmedi.

anladim neden sonra
anladim kotuluk olsun diye geldigini limonluga
o bembeyaz disleriyle yoktu, ben vardim
uc gunduz daha gecti, ben vardim
on gun daha gecti, sonra ben gunleri unuttum
- unutmak! ben buyudukce o benim cocuklugum -
o yoktu
beni uyardi, beni yalniz birakti, anladim
cocukken vururdu, kanatirdi, ezerdi
bu kez de
anladim severekten
oksayaraktan yapmak istedi ayni seyi.

uvey annemdi, ben sarisindim
o da sarisindi
beni uyardi, beni yalniz birakti

(acik sacik giyinirdi, pek anlamazdim
dudaklarini islak tutardi, pek anlamazdim
sehvetle aralardi, bembeyaz dislerini gorurdum
bembeyaz dislerini gorurdum
bembeyaz
kalcalarini oksayaraktan tutardi.)

o gunden sonradir ki iyi tanidim ben kani.

bir gece uykudaydi butun konak
gizlice bahceye ciktim
yarali bir hayvan gibi surunerekten
sokuldum limonluga usul usul
doktum bir sise gazi ve limonlugu yaktim.

kisa bir not:
konakta son gun ve..

ve yillarca sonra kadinin olusunu
bir bulanti cenazesi gibi kaldirdilar icimden.

o gece konagin butum lambalarini yaktim
elimde bir icki sisesiyle ben
sanki bir insan sehrayini vardi da, ben
gecesiz bir sarisindim ve iste
butun kapilari actim kapadim
kirdim parcaladim elime ne gectiyse
biblolar mi olur, yagli boya tablolar mi, kristal takimlar mi
elime ne gectiyse
actim pencereleri disari attim.

durmadan atiyordum, esyalar bitmiyordu ki hic
esyalar bitmedikce ofkeyle iciyordum
ve kinle
iniltiler duyuyordum asagidan yukaridan
ve bagrismalar
ve cigliklar duyuyordum bir de
tanidigim artik ve bilmedigim iyice
acayip hayvan seslerine benzeyen
- konak ki bir simsekti de, elle duzeltilmisti sanki bir yagmur
oncesinde -
usaklar evlatliklar birbirine giriyordu
birbirlerinden cikiyordular
aralarina karistim
bosaldim bosaldim bosaldim
ve bilirdim, biliyordum, suresiz bir sarisindim
baskalarini da cagirdim daha sonra
ve karsiladim.

oramla karsiladim, en cok oramla
kapida karsiladim, dusumde karsiladim
bir suru adamlar geldi, o bir suru adamlarla bir suru kadinlar
nerde kim varsa iste bir bir geliyordular
mutsuzlar, umutsuzlar, uyumsuzlar
ellerinde paketlerle geliyordular - neler yoktu ki -
ickiler, cicekler, pastalar
kucuk kucuk paketler, buyuk buyuk kutular.

(ah, ne de cok seyleri vardir da, nasil
hep boyle yerinde harcar bu kentsoylular.)

giysiler giysiler gene giysiler
fiyonklar, boncuklar, payetler
degerli-degersiz, sahici-yalanci
turlu turlu igneler, yuzukler ve kolyeler
once hep nasilsinizlar, lutfenler oturmaz misinizlar
denenmis ic gecirmeler, gizliden bakismalar
ve yaldizli cumleler
bu pazar ne yaptiniz? hangi pavyonda? sahi mi?
igreti kahkahalar, ucuzundan gulmeler
bacak bacak ustune atmalar, yerlere uzanmalar
sigaralar ickiler
sonra gene ickiler, hic bitmeyen ickiler
ve dudaklar ve gozler, ince uzun boyunlar
memeler, kalcalar, kiclar, falluslar
ve yavastan seviciler, ibneler
poz kesen jigolalar.

(nasil da vaktini bilirler her seyin
ve vaktinde girisirler her seye bu kentsoylular.)

sabaha karsi duruldu her sey
gidenler, gelenler, yeniden gidip gelenler
duruldu konak
denizanalari gibi acildi kapandi
sizanlar mi dersiniz, uyuyup kalanlar mi
- elle duzeltilmis bir yagmur sonrasi mi acaba -
bir ara yagma edildiydi butun kamcilar
ne kalmissa kirip dokmedigim
firlatip atmadigim
yagma edildiydi gumus samdanlar
saatler, konsollar, sehpalar
perdeler, avizeler, halilar.

(bilmezsiniz siz, bilemezsiniz
gorseniz nasil ince
nasil da kibardirlar bu kentsoylular.)

kanadi kanadi kanadi o gece butun konak
gorkemli bir kadin kaburgasini andiran konak
bahcede aci aci bagiran tavuskuslari.

(kim ne derse desin iyi bilirler kovulmayi da
azicik siritirlar, azicik da sakaya filan alirlar
ve usuldan ve bozmadan hic durumlarini
cikarlar kiritaraktan disari
yalanla avunurlar, yalanla korunurlar
bilmezler utanmayi hic bu kokusmus kensoylular.)

yaktim konagi da o gece
bir daha bir daha bir daha yaktim
yuzlerce, yuzbinlerce yaktim hic usanmadan
aklimda bunlar kaldi sadece.

soluksuz sessiz
golgesiz devinimsiz
bir ruhi bey olarak ruhi beysiz
kentin icine kadar sokuldum.
agzimin ici zehir gibiydi
tuttum bir sigara yaktim
kravatimi duzelttim
ayakkabilarimi sildim
ve sordum:
- ben ruhi bey nasilim
- sahi siz nasilsiniz ruhi bey
- iyiyim iyiyim.

bir otel katibi

anlamadigim su
ben neden bir otel katibiyim
eskiyim, renksizim, kimsesizim
yontulmus kalemlerden, sosisli sandviclerden igrenirim
papazlardan, homoseksuellerden igrenirim
kiz kurularindan ve saldirgan dullardan
ve yasli adamlarin sararmis dudaklarindan
ve deli saraylilardan, onlarin aybasi kokularindan
kendimden kendimden
ve nedendir ki ben
sararmis bir surahide kirli bir su gibi bekletilirim.

gunlerden ne? pazartesi! iyi bilirim
ama gun nedir bilmem
ciylerle ciceklerle camlarla doldurulmus gun
gogsu bir marti gogsu gibi denizlere degen
parklarda bahcelerde goz dolduran gun
bir cocugun gozlerinden gozyasi icen
sesini bir ayin gibi uzaklardan duydugum
gun nedir?

kokular vardi ayri ayri, ben unutmusum
hepsi simdi bir otelin kokusu
kullanilmis camasirlarin ve bavullarin kokusu
ve telefonlarin ve kapisi acik helalarin
ve hasta soluklarinin, tozlu yer halilarinin
sabahlara kadar yanan ampullerin kizgin
birbirine karismis, degismeyen kokusu.

ruhunda kasvetin suyunu buldu
kimdir
olsa olsa bir otel katibidir
bir otel katibi her yerde bir otel katibidir
gozluklu ve tedirgindir
hic yikanmamis gibidir, parmaklari saridir
on disleri curuktur, avuclari terlidir
yillar var ki bir kumas dusler kendine
ve bu yuzden olacak sanki biraz terzidir.

sorarim - ki otel katipleri sorar - bir terlik nedir
terligin yenisi yoktur
gecmisi yoktur, gelecegi yoktur
yeri ve kimligi zaten yoktur
bir terlik bir terliktir o kadar.

bilirim kotunun kotusu bir oteldir burasi
odalarinda hamam bocekleri, sinekler
pis yataklar, lekeler, sararmis catlak lavabolar
peki bir insan nedir
sorarim - ki otel katipleri sorar -
bir gun gittikce ufaliyordum
dus muydu, gercek miydi, iyi bilemem
oturmus bir kuvete kuruyup kayboluyordum.

sarkicilar, sokak calgicilari gelir en cok
sokak kadinlari, serseriler
evet, ara sira ruhi bey de gelir
kan renginde gelir, yolunu sasirmis bir bocek gibi gelir
sapindan egilmis bir gelincigin ogle uykusu gibi
cocuksu hafif
tam bizim otelliktir
sanirim elbisesiyle yatar, ayakkabilariyla
sabah olunca erkenden kalkar
ve kalkar kalkmaz baslar icmeye, dogrusu pek anlayamam
ucak saatlerini sorar, luks lokantalari sorar bir de
pek anlayamam
su var ki, kendiyle eglenir gibi sorar
elinde vapur tarifeleri, kataloglar
at yarisi listeleri
yanasir pecereye, isiga tutar birer birer hepsini
- otel her zaman lostur -
bakar bakar bakar.

nemli bir havlunun yere birakilisi gibi
coker bir iskemleye sonra
- cogu zaman boyle yapar -
sokaga bakar araliksiz
oyle bakar ki, sokakta bir seyler olmus sanirsiniz
sanki bir cinayet islenmis, biri parasini carptirmis
ya da terkedilmis bir kadin yakalamis kocasini
bagirip cagiriyordur gebe karnini gostererek
nerdeyse
hani nerdeyse polisler gelecek
- gerci her turlu olaya tanigizdir bu sokakta -
oysa iste ruhi bey
gorerek bakmiyordur ki bir seyler anlasaniz

icer bardagindaki son yudumu da
topundan bosalan bir kurdele gibi
sari bir kurdele gibi
cekip gider az sonra.

bir olay: ruhi bey ve gulcunun olumu

bir kara parcasi sanir insan
dustu mu basi derde
kendini acik denizlerde.

simdi bir kiyi bile degil
bir ufuk cizgisi bile degil
yalnizca olu
sabaha dogru yagan karin altinda
kivrilmis kalmis
besbelli tutunmak istemis bosluga
kollari havada
sikmis avuclariyla bir demet gulu
yayilmis govdesine bir gulumseme
ve cevresine
tas binalara, karanlik pencerelere
kefeni kardan ve gulden.

polis arabasi kapiya geldigi zaman
giyimevlerini, mezecileri, postaneleri gecerek geldigi zaman
arka sokaklardaki birkac kiliseyi
cenaze levazimatcilarini ve
bin dokuz yuz yirmi sekiz modasina gore giyinmis bir kadinin bir
anlik olusunu
gecerek geldigi zaman
bir kamyon et bosaltiyorken bir kasap dukkaninin onunde, tam o
zaman
yuzu sabunlu bir otel musterisinin elinde tiras makinesiyle
pencereden sarktigi zaman.

polis arabasini gormeden once
her yani aynalarla cevrili bir meyhanedeydim
sircalari dokulmus aynalarla
parca parca goruyordum kendimi
disarda kar vardi, kirli kar
isinmak icin konyak iciyordum
- isinmak icin mi dedim, tuhaf -
disarda kar vardi
saat dokuzu on geciyordu, balikpazari'nin her gunku sabahi
yillardir hep ayni sabah
iri bir kaya baliginin icbukey karni
ve binlerce, on binlerce kedinin hep birden
kente hic uymayan bir yaratik gibi kimildandigi
o sabah.

polis arabasi kapiya geldigi zaman
aynalipasaj'in dugmecileri, gomlekcileri
yuzukculeri, bilezikcileri, tuhafiyecileri
dukkanlarini actiklari zaman
ve dukkanlarin ustundeki heykelciklerin
bir yas torenine hazirlanir gibi
anlatimlarini degistirdikleri zaman
balikcilarin baliklarin karsisinda en iyi durduklari zaman
ayakta cay ictikleri zaman
mermer masalarin altindan yorgun govdeleriyle
ciktiklari zaman serserilerin
ve pasaj temizlenmeye ve karlar kurenmeye basladigi zaman
masmavi iki yengec gibi bakmaya basladigi zaman gozleri garson
vasil'in
tam o zaman.

polis arabasi kapiya geldigi zaman
uc kisi siyah bir otomobilden indiler
ucu de sivildi, ellerinde cantalari vardi
ben meyhanenin penceresindeydim
icerde ve kar icindeydim
bir demet gul icindeydim
gule gomuluydum
kana.

polis arabasi gittigi zaman
demir kapinin yaninda olu
gokyuzu donemecinin altinda
ve yerde birakmamak ister gibi sozunu
elinde bir demet gulle
"gul, gul!" diye aci bir bagirtiyi uzattigi gullerle
ipislak saclariyla buzdan yatagina uzanmis.

(o zaman ihlamur agaclari kardan gorunmezdi. gozlerim
azalirdi, gizlenirdim. babam koyu kahverengi cizmeleriyle
karlari ezer ezer ezerdi cakiltaslarinin ayaklarinin altinda oy-
nastiklarini duyuncaya kadar. annem cati katinin yanindaki
sivri kuleden gozlerini ayirmazdi, yeter ki gok kanasindi be-
yaz beyaz ve kocaman bir alabaligin karni. usaklar bir kose-
ye sinerlerdi, hic konusmazlardi, bir kristal surahi ruzgardan
urperir titrerdi. iniltiye benzeyen bir ses yayilirdi. karanliga
yapisirdim, bir kapi karanligina, bir duvar karanligina,
bir yokolus karanligina. olum cok uzaklardaydi, o zaman
cok uzaklardaydi olum.)

sordu
karla kapli kirli bir cumle
basinda kimler vardi?
bir, emekli postaci huseyin
- cok adres bildigi icin adi pezevenge cikan -
iki, cenaze kaldiricisi adem
- ciplak kafali, on disleri curumus -
uc, akordeoncu kadin
- hemen hemen hic konusmayan, saclari oksijenle sarartilmis, bi-
zansli bir kehribar taciri gibi sisman, yasli ve kizoglankiz -
ve sonra otekiler
uc horan kilisesinin kapicisi
cingene calgicilar, bademciler
lotaryacilar
bir iki garson
en geride
cengelli igne satan bir kiz cocugu.

ve onu kaldirdilar, ben gordum
duz bir kagit gibi anlamsizdi, ben gordum
ikinci konyagimi ictim bitirdim
demir kapidan cikardilar ve gordum
morg arabasina koydular
kapisini ittiler, kapi kapandi
taraklar, istiridyeler acildi kapandi
cicekler titrestiler
bir balikci balik dogradi ve tartti
pencereden cekildim.

gunlerdir ilk olarak guldum, gulumsedim
yillardir ilk olarak
sanki ilk gozyasinin tarihini buldum, ustunu cizdim.

ve sordu gene
olumle kapli o kirli cumle:
siz, ruhi bey nasilsiniz
ben ruhi bey nasilim
anladim anladim
ve simdi iyi biliyorum artik nereye.

cenaze kaldiricisi adem

bir olu nedir ki bir olum nedir
aciyla kirlenmekdir, aciya sevinmekdir.

siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz
gelmesine geliriz, biraz gecikiriz
ne kadar gecikirsek biz o kadar iyiyiz
ben o kadar iyiyim.

bir zamanlar hamaldim, celenk tasirdim
en guzel cicekleri ben sirtimda tasirdim
caddelerden gecerdim, buyuk vitrinlerin onunden
serlerden bahcelerden gune damlardim
renkelere karisirdim, kentin isiklarina
icinden soyulan bir portakal gibi
kendi icdenizlerimi oper oksardim
suslenmis gibi olurdum
kokular icinde kalirdim.

sonra beni bir gun cagirdilar
sonra beni bir gun gene cagirdilar
artik hep cagirdilar, dort kisi olduk
dort kisi gerekliydi, dort kisi olduk
oluleri gorduk, oluler koltuktaydilar
oluleri gorduk, oluler yatakta
oluler giyinik, oluler ciplak
iste biz dort kisi buna alistik
bizi alistirdilar.

omuzlarim kesik kesiktir, nasirlidir
her zaman bir olu vardir omuzlarimda
o kadar olu vardir ki her yanimda benim
- oluler icindeyim! oluler icindeyim! -
ornegin bir bardak su icsem bir olu kayar suramdan
su icmeyen bir balik gibi kayar
olulere takilmis bir ucurtma gibiyim
biraz oyleyim.

ve otel musterileri, onlar
en inandirici olulerimdir benim
her biri bir olumu her gun yeniden yasar
camlara yapistirilmis yuzler gibi
sevgiyi unutmus yuzler gibi
- unutmak utanmaktir, siz bilirsiniz -
huzunsuz, anlatimsiz, soguk
aksamustu rengindedirler ve yorgundurlar.

siz daha iyi bilirsiniz, hiristiyanlari soyarlar
oluleri ciplaktir onlarin
ne yalan soyleyeyim gorunce huylanirim
yeni olmus genc kizlar yeni dogmus cocuklara benzerler
gorunce huylanirim
bunu karima da anlatirim, su dokunurum
adim mi, ademdir, iyi adamimdir.

karima anlatirim ya, size de anlatirim
bir gun bir olu kaldirdik, askenazlardan
hani su leh yahudilerinden iste
gozleri o kadar mavi olan, mavi bir suda yuzer gibi govdesi
saclari tutun renginde
her neyse, uzatmayalim, bir de baktik ki olunun arka cebinde
dolarlar, marklar, sterlinler
once paylasmayi dusunduk, yalan soylemeyeyim
goturup geri verdik az sonra
goturup geri verdik, yuz lira aldik
hepsi hepsi yuz lira
bir gun de bir oluye asili iki torba
torbalar kalcalara inmis, askilar omuzlarda
icleri altin dolu
oluyse bir kocakari, ermeni
coluk cocugu
elbette geri verdik altinlari da.

ve genc bir kiz olusunden ametist bir kolye cikardim
dogrusu sakladim onu gizlice
karimdan bile sakladim, karimdan
niye mi sakladim, ugurdur diye.

bir karim, iki cocugum, dort kisiyiz
kimseler bizimle konusmaz
mahallede kahveye cikamam, anlarsiniz
giderek alistim ickiye de
demin de soyledim ya, iyi adamimdir
benden kotuluk gelmez
inanir misiniz, bir gun gene bir oluyu kaldiracagiz
tam kaldirazagiz, birden farkina vardim
adam dupeduz yasiyor
oysa raporlar filan tamam
buzluga girdi mi o anda isi bitik
basinda mirascilar yas giysileri icinde
dedim ya, birden farkina vardim
evet, o gun bugundur yasiyor
cihangir'de oturur, zengindir
bir iki kez evine de ugradim
beni pek sevmez.

ne de olsa herkes biraz oludur
otel musterileri en onde gelir
kendileri soyar kendilerini kendileri giydirir
butyuk kentlerin buyuk tabutlaridir oteller
nedense iste onlar gokyuzune gomulur.

bu sabah on birde bitirdim isimi
gidip uyuyacagim
belki de
ya karimla ya da
bir baska oluyle yatacagim.

acaba

donelim
dondursun bizi
kalbin akip giden bulutlara benzeyen sesi
yagmursuz bir yagmura acilmis kapilardan
ve akilda kalan bir yokustan
ve yalniz cocuklara ozgu o sonsuz sinema koltuklarindan
ve cocukluktan
donelim
donelim mi biz
genclikten, oralardan
mutlulugu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
donelim mi aciya
aciya, buyuk aciya
ve soralim mi acaba
en buyuk yalnizlik! insansan eger
bir kaya
dalgalar yalarken onu
o bakarken kaskati kalabaliklara
donelim
ya da donsek mi acilardan da
ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

butunuyle bir semte benziyor ruhi bey
binlerce, on binlerce kedinin hep birden kimildandigi
kedilerden orulmus bir semte
ve soguk bir tuvalde yerini bulamamis renkler gibi
soguk ve ayakta tutan celiskileri
bir gorunumden bir baska gorunume kolayca sicranan
her seyin, ama her seyin cok distan farkedildigi
eh belki de bir satir fazlaligi ya da bir satir eksikligi
belki de genc bir sairden odunc alinan.

yuruyor mu, yurumeyi mi dusunuyor ruhi bey
dusunmesi daha mi sonra koyuluyor yola
nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
yoksa bir oyun tadi mi buluyor bunda
oyundan atilmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
bosvermis de sanki oyunun kurallarina
ustelik son bolumde, perdenin kapanmasina
azicik vakit kalmis
ya da vakit var daha. ama ne cikar
govdenin yazgiya baskaldirmasi mi
ruhi beyin
baskaldirmasi mi yoksa

vaktinden once anlamanin saskinligi mi
vaktinde anlamanin sevinci mi
ya da biraz gec kalmanin
o gereksiz tedirginligi mi
hangisi

ama belli ki sonundayiz her seyin
en sonunda.

dusluyor olumunu ruhi bey

niye olmemeli oyleyse
yasamak mutlu bir devinimse.

olusunu bekliyor ruhi bey
bir yanda ruhi bey bir yanda olu
ve gormemek ister gibi oluyu
oturmus bir iskemleye.

ben ki bir oluyu beklemekle gecirdim geceyi
bir oluyu ve olunun butun inceliklerini.

getirdiler beni sayrilar evine bir sabah
asansorle yukari cikardilar
tertemiz bir yataga yatirdilar - ben boyle istedim boyle oldu -
oda numaram 283'du aklimda dogru kaldiysa
pencereden tepeler gorunuyordu, bulutlar ve birtakim kuslarla de-
vinen tepeler
yakinimdan geciyordu bazi kuslar da
beyaz bir saat asiliydi duvarda. duvarin her yerinde
bembeyaz saatler asiliydi
ve her sey o kadar beyazdi ki, ayrintilar
yillarin eklem yerlerini gosteriyordu sanki
ve butun eklem yerlerinde koskocaman bir olu
ruhi beyin olusu
hepsi de ur gibi beni
sarmisti ur gibi ruhi beyi
o gun sigara ictim aksama kadar
- ikinci gun aldilar sigarami -
ve saatler biraz sarardi
sarardi butun ayrintilar.

ve otuz sekizin altina dusmedi atesim
yataktan kalkamadim
o gece uyuyamadim sabaha kadar
koridorlarda ayak sesleri, bagrismalar
kapi gicirtilari ve acayip sesler

bilmem boylece kaca cikti bekledigim oluler.

ucuncu gun kan siseleri, tupler, serumlar
doktorlar, hastabakicilar
araliksiz girip cikmalar
gidip gelmeler
tepelerden pencereye akan kuslar
pencereye sivanan kuslar
ve benim mutlulugumun altinda
kararip yitti butun ayrintilar
bir daha gorunmedi
ve artik hic gorunmeyen
siseler, tupler, serumlar.

ve o gun ilk defa olusunu gordu ruhi bey
sogumus govdesini gordu
donuk gozlerini, durmus kalbini
gordu neye benzerse bir olu.

- ben ruhi bey nasilim
- mutlusunuz ruhi bey.

yarin gazetelerde cikacak ilanlarim
ruhi bey oldu
bu olum toreninde mutlaka bulunacagim
bir daha gormek icin olumu
celenkler yigilacak avluya
ki benim sayisiz olulerime
yaldizli yapraklarini kipirdatarak bakacaklar
sevgiyle
ve babam elinde gumus kirbaciyla
bir basina bir olu
annem bir limon goruntusunun onunde giyinmis olumlulugunu
oluler halinde duracak onlar da
disimdaki oluler, icimdeki oluler
bir alasim halinde, donuk gunesin altinda
ve benim mutlulugumun altinda
akip gidecek butun kotulukler
olumun armalari gibi
akip gidecekler en sonunda.

niye olmemeli oyleyse
yasamak mutlu bir devinimse.

koro

(cicek sergicisi, meyhane garsonu, meyhane patronu, kurk
tamircisi yorgo, hayrunnisa, genelev kadini, otel katibi,
cenaze kaldiricisi adem, akordeoncu kadin, emekli postaci, vb.)

celenklerimizle geldik, yoktunuz
ara sokaklarda, pasajlarda aradik, yoktunuz
meyhanelere baktik, otellere sorduk, yoktunuz
nerdesiniz, ruhi bey?

ruhi bey

o kadar bekledim ki, geliyorum
olumumu bekledim, geliyorum
bir oluyu ve olunun butun inceliklerini
bekledim geliyorum.

ben ruhi bey, mutlu olan ruhi bey
olumu gomdum, geliyorum
bir sonbahar gunuydu, geliyorum
gunesler buz gibiydi, geliyorum
ve butun kotulukler
olumun armalari gibiydi
size anlatirim, geliyorum.

hepsini, hepsini gomdum, geliyorum
havuzun kirik taslarini - siz bilmezsiniz -
limonlugu ve kirmizi konagi - siz bilmezsiniz -
aynalarda kendini seven ruhi beyi - siz bilmezsiniz -
ve bildiginiz ruhi beyi - ya da pek bilmediginiz -
gomdum ben, geliyorum.

koro

iyi biliriz sizi biz, iyi biliriz
nerdesiniz ruhi bey.

ruhi bey

gomdum hepsini, geliyorum
butun olulerimi gomdum, geliyorum.

koro

peki, ya sonuc, ruhi bey, ya sonuc
biz sizi tanimaz miyiz
siz ne yaparsiniz bundan sonra, biz ne yapariz
bir butunun parcalariyiz, bir butunun parcalariyiz.

ruhi bey

sonuc mu dediniz, ne dediniz
sonuc hic gomulur mu, geliyorum
ben yalniz olulerimi gomdum, geliyorum.

koro

dogrusu anlamiyoruz ruhi bey
her insan biraz oludur
biz ki bir butunun parcalariyiz, biliriz
her insan biraz oludur.

ruhi bey

insan yasiyorken ozgurdur
yaklastim iyice, geliyorum.

koro

her insan biraz oludur
biz de biraz oluyuz.

ruhi bey

oluler ki bir gun gomulur
icimizdeki oluler, disimizdaki oluler
insan yasiyorken ozgurdur
insan
yasiyorken
ozgurdur.

~ http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=6214579 ~

28 Nisan 2009 Salı

Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir / Turgut Uyar

sizin alınız al inandım
morunuz mor inandım
tanrınız büyük amenna
şiiriniz adamakıllı şiir
dumanı da caba
dumanı da caba

bütün ağaçlarla uyuşmuşum
kalabalık ha olmuş ha olmamış
sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
ama sokaklar şöyleymiş
sokaklar şöyleymiş
ağaçlar böyleymiş
sokaklar şöyleymiş
ağaçlar böyleymiş

ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız

sokaklar şöyleymiş
ağaçlar böyleymiş
sokaklar şöyleymiş
ağaçlar böyleymiş

aşkım da değişebilir gerçeklerim de
pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
yan gelmişim diz boyu sulara
hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
hiçbirinizle döğüşemem
siz ne derseniz deyiniz
benim bir gizli bildiğim var
sizin alınız al inandım
morunuz mor inandım
ben tam kendime göre
ben tam dünyaya göre
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız

sokaklar şöyleymiş
ağaçlar böyleymiş...

Sunu (ya da bir parça matematik) / Birhan Keskin

her gün bir kez bu kitabın başına geçtim. her gün bir kez
dışarı çıktım kırık bir bulutla yürüdüm, her gün bir insana
bakıp, yüzümü yere eğdim. her gün bir gazeteye boş gözlerle
baktım. her gün birileri konuştu, onları dinliyor gibi yaptım. her
gün bir kez "neredeyim" diye sordum kendime. her gün bir kuzey
kışı indi içime. her gün karşımda duran fotoğraflarına
baktım. bir kez öfkelendim her gün bir kez sordum kendime neden bu
kadar bağlandın. her gün adalet ve zalimlik üzerine düşündüm.
belki de her şey. her gün bir barbar, bir medeni ile gezdim
sokaklarda. minareleri her gün sabaha ezan sesleriyle ben açtım. her
gün bir perdeyi aralamaya çalıştım. her gün hiçbir şeyi
anlamadığımı düşündüm, her gün her şeyi anladığımı
düşündüm. güvercinleri yolculadım. her gün, günlere
dayanamadığımı düşündüm. kitapları alt alta dergileri
kıvırarak yan yana dizdim. ne idüğü belirsiz yerler benimle
yürüdü. gördüğüm her "cümle" bana bir bıçak gibi battı,
anlamadım. her gün bir taş parçası söktüm içimden. her gün
uyku beni koynuna alsın diye yalvardım. her gün, gün bitiyor gece
bitmiyor dedim. her gün işlerin beni avutmadığını gördüm.
ayrılık günlerini sonradan niçin sisli bir perde gibi hatırlarız
diye sordum. öfkeni unutma dedim kendime her gün, unutursan
düşersin dedim. her gün en az bir saati ayakta durmaya, dimdik
durmaya ayırdım. her gün ömür sözcüğünü bir kez kalbimden
geçirdim. her gün ömür sözcüğü kömür gibi tınladı içimde.
her gün sana içimden bir kez "sevgilim" diye seslendim. her gün sana
bir kez "zalim" diye seslendim. her gün, yan yana oturup birbirine
rikkatle bakan iki yaşlı kadını düşündüm. her gün o
kadınların bu fotoğrafı yırtıldı dedim. her gün "âh" ettim bir
kere, bir kere o âh'ı geri aldım. her gün "yol arkadaşım" dedim,
kahırla kapladım sözlerimi. her gün acını tattım. her gün
unutmak için değil, unutmamak için ağu kattım kalbime. her gün
insan olmak ne çok kusur içeriyor diye düşündüm. her gün bir
kilidi açmaya çalıştım. başka bir şey vardı, başka bir şey;
ben sana dünyanın değil yeryüzünün diliyle seslenmiştim. çile
nedir, günah ne? bana ne bunlardan. dünyanın merkezi sendin her gün
ben senden uzayan uçsuz bucaksız bir kara.
karrrrrrrrrraaaaaaaaaaaaaa.

27 Nisan 2009 Pazartesi

* / Yunus Emre

Dört kitabın mânâsın okudum hâsıl ettim

Aşka gelince gördüm, bir uzun hece imiş..


Yunus Emre

Elif / Akgün Akova

bir aşk şarkısı söylüyordun ki
birden sustun
düşmemek için saçlarına tutundu dünya

Akgün Akova

20 Nisan 2009 Pazartesi

Çiçek / Zafer Ekin Karabay

                                                                             İpatya'ya

toprağa değen su dokununca anlatır
elinde kalan mektubu, durula

gözlerini sakındığın yarına
çiçek sandığın kadar açacaktır

sorma mektubun huyu böyle, yoksa
kim benzetir harfleri, toprağa deyen suya

ben benzetiyorum işte, bir de elini
dokununca mektubun ruhuma


Zafer Ekin Karabay

Mektup / Kaan İnce

yarım kalmış acılar denizi pencereme konardı ge-
ceyle, savrulurdum. gözyaşı kokusuyla dolu bir
kuğu, zamanın sonuna kalkan, sürgünümdü; göz
mavisi duman, sessizliğim. aktım ölü denizkızıy-
la gökkuşağı saklı mektubun içine, pulumuz rüz-
gar oldu, postacımız güvercin. civa gibi eridik ka-
bımızda. kırmızıya gittik. hemen yokladım yüzü-
mü yağmurun yuva yaptığı ellerimle. iyice şaşır-
mıştı alıcısı vapur ıslığımızın. saplandı gözlerimin
ışığı yeni güne.

mermer bir kayıkla geri döndük
diğer yarısına acının,
usulca çekildi deniz,
son bulduk, yenildik.

artık yataksız bir liman yüreğim, soğuk ve loş.
kırık
düşlerim. serçelerde gözlerimin buğusu. buruk
içim.

böylesi bir yenilgiyi beklemediğim için
sabahın en serin ucunda bağıran ben
intihar edecekmiş gibi sıkılıyorum
düşük boynuma asılı sonbaharı.

çekildi yaşanan hıçkırıklara, yaşanmayan düş kı-
rıntılarımızla boğulduğumuz odaya. düştü saat
duvardan, telefon diye çevirdim yelkovanı: imdat.
akrep soktu kendini. çan sesleri, ezan sesleri, martı
sesi, çatılarda kaldı gecenin gizi. unuttum mektu-
bun içinde boğulduğumu. elveda.

13 Nisan 2009 Pazartesi

Biliyorum Sana Giden / Cemal Süreya

Biliyorum sana giden yollar kapalı 
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni 

Ne kadar yakından ve arada uçurum; 
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi 

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm 
Yanlız seni, yanlız senin gözlerini 

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım 
Ben artık adam olmam bu derde düşeli 

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya 
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki 

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi 
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği 

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda; 
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki 

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor 
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini 

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu; 
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri 

Raslaşmamak için elimden geleni yaparım 
Bu böyle pek de kolay değil gerçi... 

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya; 
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki 

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa, 
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki 

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem, 
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi: 

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu 
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri.



Cemal Süreya

2 Nisan 2009 Perşembe

Eskil Bir Aşk Öyküsü / Lale Müldür

boynumda yağmurdan bir kolye... 
ıslak taşlara oturuyorum bugünlerde... 
bir siyam kedisi ve ben... pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz... 
eski rus bir sevgilim vardı... 
başka birisini göze alamam bugünlerde... 
öykü safir aynalı bir salonda geçiyordu... 
herşey önce çok güzel başlıyordu... 
sen, gözünde siyah bir bant, beni dansa kaldırıyordun... 
ben seni portekizli bir korsan sanıyordum... 
sonra ortaya çıkıyordu eski bir rus soylusu olduğun... 
yelkenbezi fularını çıkarıp... bir reverans yapıyordun... 
odadan yavaş yavaş herkes, soylu soysuz herkes çıkıyordu... 
ikimiz bir de kediler kalıyordu... hava alamıyorduk... 
kapıları mühürlüyorlardı... eskil bir aşk öyküsünün içinde 
kalıyorduk... biz seni portekizli bir korsan sanıyorduk... 
bir siyam kedisi ve ben... 

Lale Müldür

Yok Hükmündedir / Hilmi Yavuz

bin şiirin yeşil atına
çileli ekim günlerini bir daha oku
acının ve gelinciğin kitaplığında

acı, yok hükmündedir

ölümün anayurdu bendedir
solgun idam fermanıdır ruzigar
bir türkünün derin ağaçlığında

ölüm, yok hükmündedir

kuşlar ahi, gün yörüktür, vakt irişir
haylice sonbahar olur
gizli abdal diliyledir sevda

sevda, yok hükmündedir

Hilmi Yavuz

31 Mart 2009 Salı

Kimi Sevsem Sensin / Attila İlhan

kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

Hürriyete Doğru / Orhan Veli

Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...

Dalgacı Mahmut / Orhan Veli

İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.

Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.

Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne haltedeceğimi bilemem.

Penguen / Birhan Keskin

Penguen
bana sırtını dönme
biliyorum, sana benziyorum
ve içinde saklı tuttuğun yele.

Penguen
benim de içimde saklı tuttuğum
buzlu kıyılar, çığlık hatıraları
ben de senin kadar kaçkınım ve yaralı.

Kim bağışlayacak beni, penguen
çizdim senin beyaz ve narin yerini.

Bir yanım bembeyaz ışık
kör ediyor, bir yanım zehir gece
parktaki salıncağa binmeyi
beceremedim bugün ben de.

Penguen bana sırtını dönme.
Unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
Dünya yordu bizi. Benim de söyleyemediklerim
var. Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
Uzun bir yolu geliyoruz seninle, yolu,
geldikçe anlıyorum ki, biz,
bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile.

Penguen,
kim bağışlayacak beni
çizdim senin beyaz ve narin yerini
elimde unuttuğun ince metalle.

Poeta Pirata Est / Tuna Kiremitçi

Ayrı kıyılarda sevip ayrıldığı
her kokudan bir şey kalmıştı ona.
Kuzeydeki denizlerin serinliğini
getirmişti kimi, kimi de çöllerinin
susamışlığını. Bütün o güzel adları
hatırlamaya çalışarak kırışık
denizlere pergeller saplamıştı
gece boyunca: Her korsanın bir düşmanı
olmalıydı, oturup konuşacağı, ölümden
korkarak ve uzun uzun alışarak yaşadığına.

29 Mart 2009 Pazar

~

"Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi, yiten bu işte!"

--Nilgün Marmara

28 Mart 2009 Cumartesi

Mor Külhani / Ece Ayhan

1.Şiirimiz karadır abiler

Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler

2.Şiirimiz her işi yapar abiler

Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir

Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler

3.Şiirimiz gül kurutur abiler

Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın
Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga'ya kaçan
Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu
Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir

Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler

4.Şiirimiz erkek emzirir abiler

İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister
Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun
Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla
Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir

Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler

5.Şiirimiz mor külhanidir abiler

Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz
Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde
Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle
Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.

Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler

6.Şiirimiz kentten içeridir abiler

Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir
Bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla

Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?

Ece Ayhan

27 Mart 2009 Cuma

Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman / Enver Ercan

1.

o gün sait faikindi pera
kimbilir hangi öyküsündendi
o insan kalabalığı
yüzünü seçiyordum yalnızca
aklımda bir asansör yalnızlığı
gümüş astarlı bir sözcük vardı dilinde
hiç kullanılmamış
tadı hala dudaklarımda 

2.

adımlarımıza uyardı bütün sokaklar 
evler kenara çekilirdi
birden yağmur...
düşerdi peşimize
serin odalarda harfleri 
aşk ederdik birlikte

3.

yıldızları havuza bakan
bir bahçenin
çözülmüştüm büyüsüyle

o suya eğiliyordu
bir kuğu beliriyordu

kuğu mu benziyordu gelinciğe
yoksa gelincik miydi kuğu

aklıma bile gelmiyordu bu soru

sözcüklerin sessizliğe çekildiği 
o çocuksu ikindide
zaman
geçtiği her şeyi öpüyordu

4.

ne zaman kapıdan girse
kamaşırdı sözcükler
canımı tazelerdi sesi
içimde bir yalnızlık telaşı
çözülürdü ellerim
zamana uzanınca 
gölgesi

usulca ayartırdık işte
düzenli bir güz vaktini

5.

başağın burcundaydı dünya
o da öyle
derin bir geceye terledik
yaprak serinliğinde

bir güvercindi 
kanadı
sözcükler yırtılırken
en sessiz harflerinde

çapaksız bir sabaha uyandık
başağın ikiz adı silinmişti teninde

6.

aşknişan bir ânı 
özenle karşıladı sirkeci garı
birkaç tren daha geldi
insanlar zaten oradaydı

bir kalemim vardı verecek
onunsa bir şiir oldu armağanı

üç harfli bir sözcük gibiydi yüzü
gülüşü manzara
bir harf daha takınsa
hecelerdi adımı:
-ellerimi avuçlarında 
yıllarca tutmaya hazırla 

şarkılıydım o gece
sigaram keyifle tüttü
düşlerimin arasında

7.

parmak izlerimiz 
yakışınca yan yana 
baktım
bembeyaz bir gelincikti
yanımda
cennete gitmeden de
şansa inandım
iyi kalpli bir sözcük gibi
yazılınca adıma

8.

rüzgârın anılarını dinledik birlikte
usulca dolaşırken bütün geceyi
tek bir yıldıza basmadık ama
denizde yansıyıp durdu
gözlerindeki dalga deseni
eğilip sözcükleriyle öptük
bal zamanı bu mu anne diyen bir çocuğu

ay dalından düşerken
zambaklar gibiydi yüzünde uyku
ama hâlâ bayramını koruyordu sesi

gecelerden pazartesi 
ayların en ağustosu

9.

acıyan bir şey vardı aramızda
bütün sözcükler ağır yaralı
kırgın bir yaprağa gül arardık da
tenimizde güz dalgınlığı

imlâsını bilirdik de bilmesine
yine de yanlış hecelerdik hayatı

10.

birbirimizi suçladık bir gün
affetmek için kendimizi
gece gelip sildi usulca 
ağzımızdan sızan sözcükleri*

*nasıl da kalabalıkmışız
biz böyle iletişip durdukça
bu yalnızlığa zaten zor sığarmışız

arada mı kalmıştık, araya giren mi vardı
biz öyle olsun istemezdik ama 
bütün yakınlarımız bizi yanlış tanıdı

11.

aslolan sözcüklerdir 
tabii
gerisi elbette gevezelik
hadi okuluna yazdır beni
bugün harfleri sen dağıt
dilin gurbetindeyiz nasıl olsa 
söze tutsak
hangi tümceye başlasak

12.

susardım duysun diye sesimi
o sözcüklerini bende bilerdi
hem de seve seve
seve seve katlanırdım ben de:
sözcüklere kadar yolum var, demek
peki

13.

bir yüzük verdi bana
hoşçakal sözcüğünden
yakarken ardındaki bütün harfleri

anlatmak uzun

kimbilir kaç yıl sürer daha
bende o gün

14.

kendime baktım da camda
aşk artık yüzümde 
tek kat boya

en sevdiğim pencerem yitti
onunla birlikte
cumartesiler,pazarlar, sokaklar yitti
bense günlerdir
yerini yadırgayan bir sözcük gibi

kabzası parıldayan şu yalnızlığa
iki kurşun sıksam
iyi gelecek sanki

15.

koltuğunun yerini değiştirdim dün
yüzün beliriyordu camda 
dudaklarından geçen güvercin
tozunu alıyordu sözcüklerin
sen ağzını açmıyordun ama

hadi çevir telefonu 
bari dostluğunla oyala

16.

bu akşam da gülümsüyorsun fotoğrafta 
gözlerinde taraf tutan bir sevgi 
yüzün bana ayarlı
rüzgâr almayan bir sabahtı
ama kokun hâlâ odamda

hem içindeydim o anın
hem de dışında
sen yalnızca şaşırtmıştın
tutan bendim zamanı

17.

susmak da incitir sözcükleri
telefonlar kapanırken sessizce
dar kapımdın sen benim
yalnızca mektupların geçtiği
adresin sır tutmadan önce

hadi artık hadi
bir de benim sesimi dene

18.

artık ben kuruyorum gün doğumuna
başucunda bıraktığın saati
dalıp gidiyor sözcükler

sonra
yelkovan kuşlarını uçuruyor
yokluğunu öpüyorum yastığındaki

bilmem uyanıyor musun

19.

yağmur geceyi sağıyor hâlâ 
balığım az önce öldü
alıngan bir karanlık tuttu elimden
bir türlü değiştiremedim ampulü

bu gece sözcüklere ilişmem artık

20.

yalnızca kitaplarını okuyorum nicedir
dokunmak için ellerine
altını çizdiğin satırlarda

sonra gözlüklerim buğulanıyor
hiçbir sözcük harflerini
tutamıyor bir arada

21.

yüreğim kabarmış yalnızca
heyecan yapmışım biraz
haber alacakmışım
kuş ağzında
birden susuverdi
anladım
seni arıyor ama
fincanın aklından bile geçmedi
oysa kartlar her şeyi biliyor:
kılıç kraliçesi
kınkanat sözcüklerin
adına vuran sesi
kupaların kralı
aşkın en keskin yeri

22.

bu sabah resmini kaldırdım raftan
günlerdir kaçırıyordu benden gözlerini

dargın beyaz
takvimlerden önce biten yaz
yalnızca 
mutluluğa varsın 
ha

23.

yaz bitti 
ona özenen sonbahar da
senin alnında biriksin güneş
kış bana yeter
belki bir gün
yalnızlık
geldiğin yoldan gider
diyordum ki
sözcükler de dağıldı 
bak
dikkatim gibi
aşk sonsuza dek biter

24.

eylülle yaralı bir akşam üstü 
tükürüp kurtuldu
beni
hangi harfi denesem
dilim acıdı
avucumda sözcük ölüleri

yüzüğümün izi kaldı benimle
yüzümü usulca yağmura dönüp
özenle silindim 
nefretinden de

25.

avucundan havalanan
o öpücük vardı ya 
dudağıma değdiğinde kanadı
o günden beri mendil gibi kullandım
bütün sözcükleri

ama artık öylesine unutsan ki 
diyorum
ben bile bir daha
hatırlayamasam seni

Enver Ercan; 1995-1996

Neden Yazıyorsunuz? / Orhan Pamuk

bildiğiniz gibi, biz yazarlara en çok sorulan, en çok sevilen soru şudur: neden yazıyorsunuz? içimden geldiği için yazıyorum! başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum. benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum. hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum. bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum. onu ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabildiğim için yazıyorum. ben, ötekiler, hepimiz, bizler istanbul’da, türkiye’de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum. edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum. bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum. unutulmaktan korktuğum için yazıyorum. getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum. yalnız kalmak için yazıyorum. hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum. okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum. bir kere başladığım şu romanı, bu yazıyı, şu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum. herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum. kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum. hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum. hikâye anlatmak için değil, hikâye kurmak için yazıyorum. hep gidilecek bir yer varmış ve oraya —tıpkı bir rüyadaki gibi— bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum. bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum. mutlu olmak için yazıyorum.

Tutunamayan (Disconnectus Erectus) / Oğuz Atay

tutunamayan (disconnectus erectus): beceriksiz ve korkak bir hayvandır. insan boyunda olanları bile vardır. ilk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer. yalnız,pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. dik arazide yokuş yukarı hiç tutunamaz. yokuş aşağı, kayarak iner. (bu arada sık sık düşer.) tüyleri yok denecek kadar azdır. gözleri çok büyük olmakla birlikte,görme duygusu zayıftır. bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. 

erkekleri yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar. dişilerini de aynı sesle çağırırlar. genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar. belirli bir aile düzenleri yoktur. doğumdan sonra ana, baba yavrular ayrı yerlere giderler. toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler. kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. bütün huyları taklit esasına dayandığı için başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar. (bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez) 

içgüdüleri tam gelişmemiştir. kendilerini korumayı bilmezler. fakat - gene taklitçilikleri nedeniyle - başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlemlenmiştir. (aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler.) 

din kitapları bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da, gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. tutunamayanları avlamak çok kolaydır. anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. ondan sonra tutup öldürmek işten değildir. insanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, belediye sağlık müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları,kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntıdan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler. 

hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. ayrıca birkaç sirkte halkın karşısına çıkarılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahsun etmişlerdir. (halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir.) 

filden sonra din duygusu en kuvvetli hayvan olarak bilinir. öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. 

başları daima öne eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve hertarafları yara bere içinde kalır. onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir. fakat insanlar arasında barınmaları - ev düzenine uymamaları nedeniyle çok zor olmaktadır. beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. (bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir.) 

şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir.


Oğuz Atay

Bu Gemi Ne Zamandır Burada / Edip Cansever

Bu gemi ne zamandır burada
Çoktan boşaltmış yükünü
Gece de olmuş, rıhtım da bomboş
Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa
Arkada, güvertede
Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
İçerde üç beş kişi
Yalnızlık üç beş kişi
Bir kadeh rakı söylerim kendime
Bir kadeh rakı daha söylerim kendime
–Söyle be! ne zamandır burda bu gemi
–Denizin değil hüznün üstünde.

Belki yarın gidecek
Bir anı gelecek bir başka anının yerine.

İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine?

Pencere / Oktay Rifat

Sen benim penceremde olmasan,
geçmesen önümdeki sokaktan,
inan ki bitmişti.Bir toz duman,
bir atlı dağlara doğru giden.
Ama şimdi bıraktığın yerden
yeniden başlıyorsun, yeniden.

Gemi / küçük İskender

çatlamı$ bir alın kemiği
gibi duruyor limanda gri gemi,

yağmur, hüviyetini kaybetmi$ potansiyel suçlu
rüzgârın kimsesi yok tabiattan ba$ka
zanlıyım, kendimce haklıyım, bu kı$ ellerime
eksi sonsuz uçlu
upuzun kapalı müzelerin
hep bir çığlıkla hareketlenecek heykellerinin
mermer bronz karı$ımı
soğuk beyaz karı$ımı
aldatıcı göz bebeksiz bakı$ları bula$tı, evet, harika,
sis çoktan ula$tı denizin sinirlerini bozan
geç dalgasının korku tabirlerine,

baudelaire aldım yanıma okurum diye
felsefe ağaç olsa hangi meyveyi verirdi ve
onu anlarım belki, onunla avunurum, hevesiyle;
$imdilik
gecenin esrara
sevgilinin ihanete aç te$ekkül mertebesinde
belki gemide, belki de sessizliğin güvertesinde
bir takım adamlar gülü$üyor
bir takım adamlar yalan yanlı$ örgütleniyor
halka ait bir manayı hayasızca aralarında bölü$üyor
hayır, yere dü$mü$ yalnız bir biletin önünde;

aslında tedirgin ve sıkılganlar
aslında cahil ve saldırganlar
herkes kadar bir gemiye binip gitmekle
$iddetin kendisiyle uzla$makla
uzakla$makla
uzakla$manın hayat paydasıyla çatı$maktalar..
evet,
çocukken aynı sınavda çözemedikleri tek soruyla
o tek sorunun cevabıyla boğu$maktalar: onca
ağırlığına rağmen neden batmaz bir gemi
her gemi batmak için son bir yolcu mu bekler..
son yolcunun darmadağın beyni, kalbi mi
indirecektir $alteri; gemi
öyle mi çekilecektir içeri, hayır, örneğin, gerisin geri,
toprağın da olsa kaldırma kuvveti
öyle kolay gömülemezdi hiçbir ölü, hiçbir hüzün neferi;
toprak
iterdi, tutardı, çırpınırdı
istemezdi gövdesine bir $eyin ansızın girmesini;
gemi
çatlamı$ bir alın kemiği
gibi duruyor limanda gri;
toprak da duruyor
zaman da, adamlar da.. önemli bir a$k $ahaseri
edasıyla çözülüyorum iskeletimden
etlerimle uçu$uyoruz yapı$mak üzere
bir ba$ka iskeletten ufka açılan
yeni
varolu$tan olu$mu$ ahllerden hallere seviyeli;

belki de çok oldu gemi limandan ayrılalı ve gideli;
ba$lamı$ bir yolculuğun arkasından karada yazılan seyir defteri
tarih mi demeli buna, günce mi daha doğru, bellek mi,
ho$, ben ellerimi hep yıpranmı$ çımalara benzetirim
parmaklarım salkım salkım çımadan sarkar sarkar sarkar
kaç gemiyi bağlamak için limana fırlatılmı$ ellerim
çımacılar mı hain, eldivenler mi kaygan, deneyler mi uğultulu,
ufukta kaybolmaya yüz tutmu$ bu büyük yüzen sedyeye
kimi zaman mabet de demeli, nazar da demeli, büyü de demeli

çatlamı$ bir alın kemiği
gibi kafatasında beyne doğru ilerliyor gemi;
ya çok bildik aynı bir sima var dümende, kazan dairesinde, radarda
ya da
kıyıdayız, hayaller kurarken ölüme dair, erdeme dair; anlıyoruz:
terk edildik,
diğerlerini kurtarırken tela$la o,
tufanda biz geride kalanlar, anlıyoruz,

meğer nuh, asla sevmemi$ hiçbirimizi.