21 Ağustos 2011 Pazar

Dokuz


9

İlginçtir, üniversite yıllarında en iyi arkadaşlarımdan biri olacağını tahmin edemezdim onun. Sinirle yakama yapışmıştı, çok iyi hatırlıyorum, kendini tutmasa tekme tokat dövecekti beni. Lisenin ilk yılıydı, kendimi büyümüş zannediyordum, oysa yatılı okulun soğuk koridorlarında içimde hala bir çocuk kalbiyle bir aşağı bir yukarı yürüyordum. Bu yakama yapışma olayı akşam yemeğinden (kurufasulye-pilav-turşu?) birkaç saat sonra, Şu-anda-annemler-çay-içiyordur, Şimdi-evde-olsaydım-da-abimle-kumanda-için-dövüşüyor-olsaydım diye yurt odasında konuşmalarımızdan birkaç dakika sonraydı. Uyumak için ranzanın alt tarafındaki yatağıma yatmış, gözlerimi de ranzamın tavanındaki İnönü Stadı fotoğrafına dikmiştim. Evi özlemiştim yine, oysa büyüdüğümü sanıyordum. Artık özlemem sanıyordum. Neden koparılmıştım ki evden, sanki İzmir'de gidecek iyi bir lise mi yoktu... Bilmem, belki de yoktu.

Dört kişi kalıyorduk odada. Üçümüz yatmıştık, bir tek o ayaktaydı. Anna Karenina okuyordu, bir aydır ilk cildindeydi. İnat etmişti, her gece okuyup bitirecekti. Işığı kapat-kapatma diye atışmaya başladık, sinirlendi, üst ranzadan aşağı indi, yakama yapıştı. Tokat atmadı, sinirle İnönü Stadı fotoğrafını koparıp aldı ve yırtmaya başladı. Engel olamadım, ama onu daha da sinirlendirmek için umrumda değilmiş gibi davrandım.

Bu olaydan bir ay sonra küstük ve dört sene boyunca hiç konuşmadık. Lisenin bitmesine birkaç gün kala tokalaşıp barıştık pek konuşmadan.

O fotoğrafı yırtma meselesi o kadar içime oturmuş ki, üniversitenin ilk yılında aynı yerde tekrar bir fotoğraf çektirdim. (Tahmin edebileceğiniz gibi, bu fotoğrafın üzerinde oynanmış hali yukarıda) O ise benden bir sene sonra üniversiteyi kazandı ve üniversitede en yakın arkadaşlarımdan biri oldu.

Hamiş: Şimdi senle taksimde iki bira çakmak vardı. Galata Kulesi'ine yakın bir yerlerde mesela. Ya da Yıldız'dan Beşiktaş sahiline inmek vardı şimdi eskileri konuşarak. Ama yaz geçer, merak etme...


12 Ağustos 2011 Cuma

Seke Seke / Can Yücel

Çatal yüreğimle türkülü yollara
Düştüm ki o kadar olur...
Seke seke ben geldim
Sike sike gidiyorum...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Sekiz

8

Birkaç sene önce birazcık İspanyolca öğrenmiştim, şimdi unuttum. Niye öğrenmiştim ki, ne işime yarayacaktı; bilmiyorum. Galiba hayallerim vardı Latin Amerika'ya gitmekle ilgili. Hayatta en çok istediğim şeylerden biri okyanusa karşı Cuba Libre yudumlamaktı. Şimdi yok mu böyle hayallerim? Bilmem, var galiba, sen yanımda olursan göze alabilirmişim gibi geliyor uzakları. Seni sevdiğimi İspanyolca söylemediysem unuttuğumdandır. Ama hatırlarım istersen.

Birkaç sene önce mutsuz bir insandım. Kendimi yüksek binalardan boşluğa bırakmayı aklımdan çok geçirdim. Günde sekiz saat Nirvana dinlerdim. Bütün şarkılarını ezbere bilirdim, Kıbrıs Şehitlerindeki Deep Rock Bar'ın giriş katındaki Nirvana posterinin altında saatlerce içerdik. Mehmetle ben. Sıkılırdım. İstisnasız her şeyden. Belki bir parça kitaplar alırdı sıkıntımı, uzakta olan Yakın Kitabevi vardı. Her hafta gidip aynı kitaplara bakardım. Param çıkışmazdı bazen, alamazdım. En sonunda o kadar çok sıkıldım ki, sigaraya başladık. Mehmetle ben. Kafamı döndürüyordu, ben de iyi geliyor sandım.

Birkaç sene önce yakışıklı bir adamdım. Uzun yıllar önceydi aslında. Ben en son yakışıklı olduğumda sekiz yaşındaydım, henüz aynaya bakmamıştım. Annem başımı okşamıştı "Benim yakışıklı oğlum" diye. Gülmüştüm, sevinmiştim, inanmıştım. Hayatta annemden sonra bir de Aylin'e bu kadar inandım. Onu ilk gördüğümde konuşmamıştım. Yakışıklı bir adam değildim, ne diyecektim ki. Çirkinlerin kaderi susmaktır zaten. Ben de öyle yaptım. Bu yüzden yıllar sonra tutabildim elini. Onu seviyordum, ona onu sevdiğimi söyledim. İspanyolca da söylerdim ama unutmuştum. Ama o isterse eğer, elbette hatırlarım.

9 Ağustos 2011 Salı

Üzerinden Sevişmek / Cemalciğim Süreya




Başkaları da var masada
İleri geri konuşuluyor

Ötedesin o adamın duldasında
Gözkapaklarına bürünmüş adam

Eli her an omuzunda
Eğiliyor sigaranı yakıyor

Teşekkürler sigara dumanı,
Sağolasın o adam!

Onunla gelmişin buraya
Yüzün yandan ve uzaklarda

Niçin sevmiyorsun duvar kağıtlarını
Hoş belki de seviyorsun

Herkes az buçuk sarhoş
Herkes bir şeyler söylüyor

Ama yalnız ikimizin sözcükleri
Sarmaşdolaş

Üzerinden sevişmek, kadınım,
Sigaranın, Asya’nın, omuzların,

Üzerinden aile fotoğraflarının
Eller nasıl duygandır nasıl yalın

İki ses, iki bakış, gelişir nasıl
Tek bir cümle gibi, sözlere karşın

Sivri topuklar nasıl ortasına
Gömülmüştür belleksiz halıların.

(special thanks to aylin)

5 Ağustos 2011 Cuma

Yedi

7

"Şu karasinekler de yazın tadını kaçırıyorlar" lafını ilk kez dedemlerin köydeki evlerinin bahçesinde duymuştum sanırım, ve hak vermiştim. Her ne kadar karasineklerden nefret ediyor olsam da, onlarla eğleniyordum da. Çaaat. Otuzyedi. Bugün tam otuzyedi tane karasinek öldürdüm anne. Bak. Annem bakmıyordu ama dedem bakıyordu. "Aferin," diyip başımı okşamış mıdır, hatırlamıyorum ama anne ve babam haricinde ilk kez başka biri tarafından sevildiğimi herhalde o hissettirmişti bana. Köydeki evin salonunda uyuklamalarını, üzerinde pike yapan karasinekleri öldürüşümü, küçücük halimle bana ilginç gelen çok güzel kokan kitaplarını, -kim bilir, belki de kitap sevgim buradan geliyor- kahveye gidişlerini, bana oralet ısmarlamalarını, sigara içme-içmeme-bırakma tartışmalarını unutmadım mesela.

Öldüğünde Aydın'daydım. Yemekhanede haftasonu nöbet tutuyordum. Babamın aradığını hatırlıyorum. Bir de çok ağladığımı. En sonunda Sabri zorla kolumdan tutup bahçeye çıkarmıştı da biraz kendime gelmiştim. Bahçede, basket sahasının arkasında ağacın gölgesine oturmuştuk. Mayısın onbeşiydi. Birkaç gün sonra Ondokuz Mayıs kutlamalarında pankart kaldıracaktık Aydın Adnan Menderes Stadı'nda. Bense Mehmet'le paylaştığım walkman'imin sağ kulaklığından radyoda Zaferlerim çıksın diye bekleyecektim stadyumun merdivenlerinde.

Hala ne zaman bahar gelse, telefonum çalacak diye korkuyorum işte.

2 Ağustos 2011 Salı

Üç, Dört, Beş

ÜÇ

Sultanahmet'e yakın bir duvarın üzerinde oturuyoruz. Yerebatan Sarnıcı'nın giriş kapısının oralarda bir yer.

"Saat 7'ye mi ayırttın yeri?" diye soruyor.

"Evet."

"Saat kaç?"

"Yediyi on geçiyor, gidelim mi?"

"Öyle şıp diye de damlamayalım. Birer sigara içelim, gideriz."

Birer sigara sarıyoruz, Golden Virginia. Gün boyunca dolandığımız yerler geliyor aklıma. Açık olsaydı gireceğimiz İstanbul Kitaplığı, Topkapı Sarayı ve Arkeoloji Müzesi. İnsanlara restoranın yerini sora sora dolanmamız, Çiğdem Pastanesi'nin şahane pastaları, kıskandığım bir lise hayatı. Her şey bir bütünün parçaları gibi sanki yerli yerinde. Onunla geçirdiğim her saniye, hayattaki eksikliklerimi gideriyor gibi.

Sigarasını söndürüyor ve ardından ekliyor:

"Keşke sen de İstanbul Erkek'e gelseymişsin lisede," diyor.

"Keşke," diyorum. "Bu kadar geç kalmasaydım keşke sana."

Aklımdan bir şarkı geçiyor, Ezginin Günlüğü'nden İstanbul olabilir mi acaba?


DÖRT

Ben onu haketmek için ne yapmıştım, onu düşünüyordum yürürken. Yanımızdan bisikletliler geçiyordu, biz el eleydik. Mutluydum, mutluydu. Gelirken vapurda öpmüştüm onu, aklıma ister istemez Cemal Süreya gelmişti. Eşsiz bir andı, elbette. Şimdiyse, Burgazada'da, öyle rahat öyle mutlu yürüyorduk. Sahilden biraz ilerledik, karşımıza çıkan kiralık evlerle yaz tatili hayalleri geldi aklıma. Onunla birlikte yaşamak, tatil yapmak. Onun yanında uyanmak mesela. Dünyada daha mutlu bir sabah bilmiyordum.

Yol ikiye ayrıldı, denize doğru indik. Bira şişesi kırıklarına dikkat etmek lazım. İskele var. Ucuna yürüyelim mi? Yürüyelim.

Oturduk iskelenin ucunda. Uzaktan 4. Levent'teki kuleler, şehrin kalabalığı ve pisliği gözüküyordu. Biz uzakta, beraber, mutluyduk.

Ayağımı sarkıttım suya, denizanaları vardı, onlara doğru eğildim, baktım.

"Dikkat et, düşme," dedi.

O kadar mutluydum ki, bir sigara yaktım.


BEŞ

Yan komşusuna belli belirsiz bir selam verip açıyor evin kapısını. İşte asıl huzur ondan sonra başlıyor.

Bir, İki

BİR

Dakika dakika, saniye saniye her şeyi hesaplıyor yine:

"Sabah sekizde kalksak, sekiz buçukta Sarıyer'de olsak. Kahvaltı falan yaparız işte..."

Gülmeye başlıyorum.

"N'oldu be?" diyor.

"Hiç," diyorum, "gene plan yapıyorsun durmadan."

Uzanıp öpüyorum yanağından.


İKİ

Okuldan eve dönerken şehirlerarası bir otobüs yolculuğunun mola yerinde gördüm bana bahsettiği o sakızları. Üzerinde siyahi bir ablanın resmi vardı, niyeyse çok tanıdık gelmişti bana o abla. İki hafta sonra dönüşte otobüsün aynı yerde mola vereceğinden emindim, nitekim de öyle oldu. İki tane aldım Arap Çiklet'lerden. Ertesi gün akşam, odasında yalnızdı. Yanına gittim. Bir paket çikolatayla bir tane sakız. Dünyadaki en kötü hediyeler olabilirdi ama yine de sevindi. Her zamanki gibi, güzel, samimi sevindi. Hediyeleri verirken, gülsün diye, "Sevgililer günümüz kutlu olsun" dedim. Gülümsedi.

Sevgililer günüydü ve henüz onu sevdiğimi söylememiştim.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

İyileşebilecek Yaralar İçin / Murathan Mungan

kimi yaralar merhem kaldırır
kimi yaralar açılır
bir uçuruma

içinde uyuttuğun adlandırılmamış hayvan
kelimelerdir uyandıran
ve yanıltan
yarası geçmişten kalmış bir başlangıca

dilsizdir bazı yaralar
söylemez sahibini

kısık kanatlı kuşun alçak uçuşu
bağışlanmış adımı sakladım sana

akşama serinliğini veren yokluğun
adını yazdığın deniz, okunaksız nehirler
yüzün
bir madencinin akşamları gibi
yeryüzü bana

sahibine dönmez yara
başkaları sardıkça

mürekkep dağıtır kelimeler
başka aşkların sayfalarına
baktıkça
cümle kapısı yoktur bazı hayatların
sırlarına ve surlarına
tırmandıkça azaldığın duvarlar: taşıl sayıklama
yokluğunda bile ne kadar var, yani aşk,
kendinden yapılmış büyük kuşatma

bir suskunluk yemini gibi
kabuğunun içinde yaşayan yara
unutsa da gövdedeki yerini
sıcak tutkal hatıra serinliği
her aşk ilk yarayı derinleştirir
bir kere daha söyler
söyleyeceğini

yara dediğin sanıldığından daha derindir

asıl yara zamandır
açılıp bir sebebe
yenisiyle kapanır
eczası cezası sızar derine
yaraların da hafızası vardır
gülün bittiği yer
ihanet etmez kayıtsız sahibine

kaç şiir eder bir sayfanın zamanı
cümlesi yarım kalmış
asma dalında salkım yaralar
dokunsan bir türlü
sussan kireç aklığında kâğıtlar kabuk bağlar
yazı yarası

yarayı okuyamayan yazıyı ne anlar

aşkta asalet noksan artık
merhamet eksik
tuz hakkı, yetim tütün
vekar
kayıplarını say çağ
insan bu kadar

senden değil önceki yüz yıllardan
senin çağında aldığım yaralar

yazla, yazıyla
geçenle, kalanla
yaz geçer, derken
sen de biliyordun
sahipsiz şair
yazınca da geçmiyor
başka yazlara vurdukça
anayurdundaki ağrı
başkalarının yaşadıklarına
tütün ve tuz olan
kelimeler
aşkların telef ettiği kalp susuzluğuna
düşen pay
kendine kazdığın kar kuyusundan
su taşır herkese kısık çeşmeler