6 Kasım 2011 Pazar

Sarıl Bana / Metin Altıok

Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken,
Var olan aşınıyor azar azar zamanla.

Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.

Anılarım kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.

Sevgiden caydığım yerde darıl bana.

(special thanks to Aylin)

12 Ekim 2011 Çarşamba

30 Eylül 2011 Cuma

Onbir

Bu sabah yağmur var İstanbul'da. Gözlerim dolu dolu oluyor, bilinmez niye. Sabah uyandım, hava griydi. Uzun süren kışları hatırladım. İçim sıkıldı. "Kışı sevmek biraz da yazı özlemektir" mi demişti İnanç Çakıroğlu bir yazısında. Hatırlamıyorum. Kışları pek sevmedim ben. Önceden de sevmezdim. İlk ne zaman sevmemeye başladığımı hatırlamıyorum. Sanırım beş altı yaşlarında. Sıcacık yatağımdan çıkıp kreşin servisine binmek zor gelirdi. Lisedeyken de sevmezdim. Odada sabahları kalorifer yanmazdı. Bugün cuma. Cumaları eve giderdim lisedeyken. Sevinçli olurdum. Bayrak töreni bitip de Aydın Turizm'in servisine bindiğimizde yorgun olurdum hep. Bütün haftanın yorgunluğu değil, can sıkıntısı. Şimdi ise hüzünleniyorum cumaları. Hiç de öyle "küçük, şirin bir cuma akşamı" değil yani bana kalırsa. Bazen hala cuma günleri eve gitmeyi özlediğim oluyor. Upuzun süren yalnızlıklar gibi upuzun kışlar; bazen çok üşüyorum. İnelim mi güneylere hep beraber?

11 Eylül 2011 Pazar

On

Çocukluğumu özlüyorum bazen. Size hiç olmuyor mu? Durup dururken aklıma çocukluğumdan parça parça anılar geliyor. Önceki gün mesela, çocukluğumda oturduğumuz apartmanın arka bahçesi geldi aklıma. Nedensiz. Çok da oynamazdım orada diye hatırlıyorum. O zamanlar da pek fazla arkadaşım yoktu. Ama işte, aniden aklıma düştü. Top peşinde koşturmalarım geldi. Tek başıma top oynardım bahçede. Tatlı bir soğuğun olduğu nisan günleri. Nisan İzmir'de güzeldir. Hava serindir hala. Baharın geldiğini anlardım. O zamanlar da böyle bir boka benzemeyen yazılar yazar mıydım bilmem. Çocukluğumu özlüyorum bazen. Size de hiç oluyor mu?

Koca Bir Yaz / Oktay Rifat


Koca bir yazı çekirdek içleyerek
Sinemalarda geçirdim.
Taban teptim sokaklarda
Tırnak yedim uyudum,
Denize baktım usanmadan
Ölüme inandım,
Güzel çok güzel
Olduğunu düşünerek,
Güzelim, düşünerek,
Çekirdek içleyerek,
Güzelim, çekirdek içleyerek
Koca bir yaz geçirdim,
Şimdi yorgunum biraz.

21 Ağustos 2011 Pazar

Dokuz


9

İlginçtir, üniversite yıllarında en iyi arkadaşlarımdan biri olacağını tahmin edemezdim onun. Sinirle yakama yapışmıştı, çok iyi hatırlıyorum, kendini tutmasa tekme tokat dövecekti beni. Lisenin ilk yılıydı, kendimi büyümüş zannediyordum, oysa yatılı okulun soğuk koridorlarında içimde hala bir çocuk kalbiyle bir aşağı bir yukarı yürüyordum. Bu yakama yapışma olayı akşam yemeğinden (kurufasulye-pilav-turşu?) birkaç saat sonra, Şu-anda-annemler-çay-içiyordur, Şimdi-evde-olsaydım-da-abimle-kumanda-için-dövüşüyor-olsaydım diye yurt odasında konuşmalarımızdan birkaç dakika sonraydı. Uyumak için ranzanın alt tarafındaki yatağıma yatmış, gözlerimi de ranzamın tavanındaki İnönü Stadı fotoğrafına dikmiştim. Evi özlemiştim yine, oysa büyüdüğümü sanıyordum. Artık özlemem sanıyordum. Neden koparılmıştım ki evden, sanki İzmir'de gidecek iyi bir lise mi yoktu... Bilmem, belki de yoktu.

Dört kişi kalıyorduk odada. Üçümüz yatmıştık, bir tek o ayaktaydı. Anna Karenina okuyordu, bir aydır ilk cildindeydi. İnat etmişti, her gece okuyup bitirecekti. Işığı kapat-kapatma diye atışmaya başladık, sinirlendi, üst ranzadan aşağı indi, yakama yapıştı. Tokat atmadı, sinirle İnönü Stadı fotoğrafını koparıp aldı ve yırtmaya başladı. Engel olamadım, ama onu daha da sinirlendirmek için umrumda değilmiş gibi davrandım.

Bu olaydan bir ay sonra küstük ve dört sene boyunca hiç konuşmadık. Lisenin bitmesine birkaç gün kala tokalaşıp barıştık pek konuşmadan.

O fotoğrafı yırtma meselesi o kadar içime oturmuş ki, üniversitenin ilk yılında aynı yerde tekrar bir fotoğraf çektirdim. (Tahmin edebileceğiniz gibi, bu fotoğrafın üzerinde oynanmış hali yukarıda) O ise benden bir sene sonra üniversiteyi kazandı ve üniversitede en yakın arkadaşlarımdan biri oldu.

Hamiş: Şimdi senle taksimde iki bira çakmak vardı. Galata Kulesi'ine yakın bir yerlerde mesela. Ya da Yıldız'dan Beşiktaş sahiline inmek vardı şimdi eskileri konuşarak. Ama yaz geçer, merak etme...


12 Ağustos 2011 Cuma

Seke Seke / Can Yücel

Çatal yüreğimle türkülü yollara
Düştüm ki o kadar olur...
Seke seke ben geldim
Sike sike gidiyorum...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Sekiz

8

Birkaç sene önce birazcık İspanyolca öğrenmiştim, şimdi unuttum. Niye öğrenmiştim ki, ne işime yarayacaktı; bilmiyorum. Galiba hayallerim vardı Latin Amerika'ya gitmekle ilgili. Hayatta en çok istediğim şeylerden biri okyanusa karşı Cuba Libre yudumlamaktı. Şimdi yok mu böyle hayallerim? Bilmem, var galiba, sen yanımda olursan göze alabilirmişim gibi geliyor uzakları. Seni sevdiğimi İspanyolca söylemediysem unuttuğumdandır. Ama hatırlarım istersen.

Birkaç sene önce mutsuz bir insandım. Kendimi yüksek binalardan boşluğa bırakmayı aklımdan çok geçirdim. Günde sekiz saat Nirvana dinlerdim. Bütün şarkılarını ezbere bilirdim, Kıbrıs Şehitlerindeki Deep Rock Bar'ın giriş katındaki Nirvana posterinin altında saatlerce içerdik. Mehmetle ben. Sıkılırdım. İstisnasız her şeyden. Belki bir parça kitaplar alırdı sıkıntımı, uzakta olan Yakın Kitabevi vardı. Her hafta gidip aynı kitaplara bakardım. Param çıkışmazdı bazen, alamazdım. En sonunda o kadar çok sıkıldım ki, sigaraya başladık. Mehmetle ben. Kafamı döndürüyordu, ben de iyi geliyor sandım.

Birkaç sene önce yakışıklı bir adamdım. Uzun yıllar önceydi aslında. Ben en son yakışıklı olduğumda sekiz yaşındaydım, henüz aynaya bakmamıştım. Annem başımı okşamıştı "Benim yakışıklı oğlum" diye. Gülmüştüm, sevinmiştim, inanmıştım. Hayatta annemden sonra bir de Aylin'e bu kadar inandım. Onu ilk gördüğümde konuşmamıştım. Yakışıklı bir adam değildim, ne diyecektim ki. Çirkinlerin kaderi susmaktır zaten. Ben de öyle yaptım. Bu yüzden yıllar sonra tutabildim elini. Onu seviyordum, ona onu sevdiğimi söyledim. İspanyolca da söylerdim ama unutmuştum. Ama o isterse eğer, elbette hatırlarım.

9 Ağustos 2011 Salı

Üzerinden Sevişmek / Cemalciğim Süreya




Başkaları da var masada
İleri geri konuşuluyor

Ötedesin o adamın duldasında
Gözkapaklarına bürünmüş adam

Eli her an omuzunda
Eğiliyor sigaranı yakıyor

Teşekkürler sigara dumanı,
Sağolasın o adam!

Onunla gelmişin buraya
Yüzün yandan ve uzaklarda

Niçin sevmiyorsun duvar kağıtlarını
Hoş belki de seviyorsun

Herkes az buçuk sarhoş
Herkes bir şeyler söylüyor

Ama yalnız ikimizin sözcükleri
Sarmaşdolaş

Üzerinden sevişmek, kadınım,
Sigaranın, Asya’nın, omuzların,

Üzerinden aile fotoğraflarının
Eller nasıl duygandır nasıl yalın

İki ses, iki bakış, gelişir nasıl
Tek bir cümle gibi, sözlere karşın

Sivri topuklar nasıl ortasına
Gömülmüştür belleksiz halıların.

(special thanks to aylin)

5 Ağustos 2011 Cuma

Yedi

7

"Şu karasinekler de yazın tadını kaçırıyorlar" lafını ilk kez dedemlerin köydeki evlerinin bahçesinde duymuştum sanırım, ve hak vermiştim. Her ne kadar karasineklerden nefret ediyor olsam da, onlarla eğleniyordum da. Çaaat. Otuzyedi. Bugün tam otuzyedi tane karasinek öldürdüm anne. Bak. Annem bakmıyordu ama dedem bakıyordu. "Aferin," diyip başımı okşamış mıdır, hatırlamıyorum ama anne ve babam haricinde ilk kez başka biri tarafından sevildiğimi herhalde o hissettirmişti bana. Köydeki evin salonunda uyuklamalarını, üzerinde pike yapan karasinekleri öldürüşümü, küçücük halimle bana ilginç gelen çok güzel kokan kitaplarını, -kim bilir, belki de kitap sevgim buradan geliyor- kahveye gidişlerini, bana oralet ısmarlamalarını, sigara içme-içmeme-bırakma tartışmalarını unutmadım mesela.

Öldüğünde Aydın'daydım. Yemekhanede haftasonu nöbet tutuyordum. Babamın aradığını hatırlıyorum. Bir de çok ağladığımı. En sonunda Sabri zorla kolumdan tutup bahçeye çıkarmıştı da biraz kendime gelmiştim. Bahçede, basket sahasının arkasında ağacın gölgesine oturmuştuk. Mayısın onbeşiydi. Birkaç gün sonra Ondokuz Mayıs kutlamalarında pankart kaldıracaktık Aydın Adnan Menderes Stadı'nda. Bense Mehmet'le paylaştığım walkman'imin sağ kulaklığından radyoda Zaferlerim çıksın diye bekleyecektim stadyumun merdivenlerinde.

Hala ne zaman bahar gelse, telefonum çalacak diye korkuyorum işte.

2 Ağustos 2011 Salı

Üç, Dört, Beş

ÜÇ

Sultanahmet'e yakın bir duvarın üzerinde oturuyoruz. Yerebatan Sarnıcı'nın giriş kapısının oralarda bir yer.

"Saat 7'ye mi ayırttın yeri?" diye soruyor.

"Evet."

"Saat kaç?"

"Yediyi on geçiyor, gidelim mi?"

"Öyle şıp diye de damlamayalım. Birer sigara içelim, gideriz."

Birer sigara sarıyoruz, Golden Virginia. Gün boyunca dolandığımız yerler geliyor aklıma. Açık olsaydı gireceğimiz İstanbul Kitaplığı, Topkapı Sarayı ve Arkeoloji Müzesi. İnsanlara restoranın yerini sora sora dolanmamız, Çiğdem Pastanesi'nin şahane pastaları, kıskandığım bir lise hayatı. Her şey bir bütünün parçaları gibi sanki yerli yerinde. Onunla geçirdiğim her saniye, hayattaki eksikliklerimi gideriyor gibi.

Sigarasını söndürüyor ve ardından ekliyor:

"Keşke sen de İstanbul Erkek'e gelseymişsin lisede," diyor.

"Keşke," diyorum. "Bu kadar geç kalmasaydım keşke sana."

Aklımdan bir şarkı geçiyor, Ezginin Günlüğü'nden İstanbul olabilir mi acaba?


DÖRT

Ben onu haketmek için ne yapmıştım, onu düşünüyordum yürürken. Yanımızdan bisikletliler geçiyordu, biz el eleydik. Mutluydum, mutluydu. Gelirken vapurda öpmüştüm onu, aklıma ister istemez Cemal Süreya gelmişti. Eşsiz bir andı, elbette. Şimdiyse, Burgazada'da, öyle rahat öyle mutlu yürüyorduk. Sahilden biraz ilerledik, karşımıza çıkan kiralık evlerle yaz tatili hayalleri geldi aklıma. Onunla birlikte yaşamak, tatil yapmak. Onun yanında uyanmak mesela. Dünyada daha mutlu bir sabah bilmiyordum.

Yol ikiye ayrıldı, denize doğru indik. Bira şişesi kırıklarına dikkat etmek lazım. İskele var. Ucuna yürüyelim mi? Yürüyelim.

Oturduk iskelenin ucunda. Uzaktan 4. Levent'teki kuleler, şehrin kalabalığı ve pisliği gözüküyordu. Biz uzakta, beraber, mutluyduk.

Ayağımı sarkıttım suya, denizanaları vardı, onlara doğru eğildim, baktım.

"Dikkat et, düşme," dedi.

O kadar mutluydum ki, bir sigara yaktım.


BEŞ

Yan komşusuna belli belirsiz bir selam verip açıyor evin kapısını. İşte asıl huzur ondan sonra başlıyor.

Bir, İki

BİR

Dakika dakika, saniye saniye her şeyi hesaplıyor yine:

"Sabah sekizde kalksak, sekiz buçukta Sarıyer'de olsak. Kahvaltı falan yaparız işte..."

Gülmeye başlıyorum.

"N'oldu be?" diyor.

"Hiç," diyorum, "gene plan yapıyorsun durmadan."

Uzanıp öpüyorum yanağından.


İKİ

Okuldan eve dönerken şehirlerarası bir otobüs yolculuğunun mola yerinde gördüm bana bahsettiği o sakızları. Üzerinde siyahi bir ablanın resmi vardı, niyeyse çok tanıdık gelmişti bana o abla. İki hafta sonra dönüşte otobüsün aynı yerde mola vereceğinden emindim, nitekim de öyle oldu. İki tane aldım Arap Çiklet'lerden. Ertesi gün akşam, odasında yalnızdı. Yanına gittim. Bir paket çikolatayla bir tane sakız. Dünyadaki en kötü hediyeler olabilirdi ama yine de sevindi. Her zamanki gibi, güzel, samimi sevindi. Hediyeleri verirken, gülsün diye, "Sevgililer günümüz kutlu olsun" dedim. Gülümsedi.

Sevgililer günüydü ve henüz onu sevdiğimi söylememiştim.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

İyileşebilecek Yaralar İçin / Murathan Mungan

kimi yaralar merhem kaldırır
kimi yaralar açılır
bir uçuruma

içinde uyuttuğun adlandırılmamış hayvan
kelimelerdir uyandıran
ve yanıltan
yarası geçmişten kalmış bir başlangıca

dilsizdir bazı yaralar
söylemez sahibini

kısık kanatlı kuşun alçak uçuşu
bağışlanmış adımı sakladım sana

akşama serinliğini veren yokluğun
adını yazdığın deniz, okunaksız nehirler
yüzün
bir madencinin akşamları gibi
yeryüzü bana

sahibine dönmez yara
başkaları sardıkça

mürekkep dağıtır kelimeler
başka aşkların sayfalarına
baktıkça
cümle kapısı yoktur bazı hayatların
sırlarına ve surlarına
tırmandıkça azaldığın duvarlar: taşıl sayıklama
yokluğunda bile ne kadar var, yani aşk,
kendinden yapılmış büyük kuşatma

bir suskunluk yemini gibi
kabuğunun içinde yaşayan yara
unutsa da gövdedeki yerini
sıcak tutkal hatıra serinliği
her aşk ilk yarayı derinleştirir
bir kere daha söyler
söyleyeceğini

yara dediğin sanıldığından daha derindir

asıl yara zamandır
açılıp bir sebebe
yenisiyle kapanır
eczası cezası sızar derine
yaraların da hafızası vardır
gülün bittiği yer
ihanet etmez kayıtsız sahibine

kaç şiir eder bir sayfanın zamanı
cümlesi yarım kalmış
asma dalında salkım yaralar
dokunsan bir türlü
sussan kireç aklığında kâğıtlar kabuk bağlar
yazı yarası

yarayı okuyamayan yazıyı ne anlar

aşkta asalet noksan artık
merhamet eksik
tuz hakkı, yetim tütün
vekar
kayıplarını say çağ
insan bu kadar

senden değil önceki yüz yıllardan
senin çağında aldığım yaralar

yazla, yazıyla
geçenle, kalanla
yaz geçer, derken
sen de biliyordun
sahipsiz şair
yazınca da geçmiyor
başka yazlara vurdukça
anayurdundaki ağrı
başkalarının yaşadıklarına
tütün ve tuz olan
kelimeler
aşkların telef ettiği kalp susuzluğuna
düşen pay
kendine kazdığın kar kuyusundan
su taşır herkese kısık çeşmeler

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Acılardan Bir Abla / Onur Caymaz

gökyüzü ablam olur bulutlu
saçlarını papatyalarla süsleyen
suskun mektuplar alan
hırkalar ören çay demleyen

bir korkuluktur çocukluğum
durur aşkların yanmış bahçesinde
içinde hep korkuların durduğu

elimden tutup
sinemalara gider ablam pazarları
kimi askerlerle bakışlarının çarpıştığı

buzlu camdan kış sabahları
dışarıda yalnız evine dönen
meyhane adamları
bulamam evimin yolunu
pencerede ablam olur

beraber büyümek sonudur
zamanı birlikte geçen çocukların
babamdan gizli sigara içip
avucunda söndüren gül rengi

acılardan bir ablam olur.

21 Haziran 2011 Salı

Kitabe-i Seng-i Mezar / Orhan Veli

I

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye


II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helâl ederler elbet.
Alacağına gelince…
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.


III

Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısiyle:
“Ölüm Allahın emri,
Ayrılık olmasaydı.”

15 Nisan 2011 Cuma

Üçyüzbin / Turgut Uyar

bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
kimi sularca inanıyorum kimi zulum yakıcı
çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum
bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin
seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000
seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000
elimden tut beni acar balıklara alıştır
tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
gel anasız pencereme perde ol kurtulayım

kalk ellerini yıka bize gidelim
soyunur dökünür odalarda konuşuruz
bir o kaldı 300.000
odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölmemek
canımız çekerse sevişiriz dövüşürüz 300.000
benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü
yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam

senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
bir karşı durulmaz istek bir telâşla kendiliğinden
bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
sen zenginsin alırım tükenmezsin
allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme
ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
ü ç y ü z b i n
cümbür cemaat aşka abanıyoruz

9 Şubat 2011 Çarşamba

Biz Bu Şafak Vaktinin… / Edip Cansever

Biz bu şafak vaktinin neresindeyiz
Öyle bir umut gibi gelip geçecek
Yalnızım, yalnızsın, bize kim gülümseyecek.

Ve onlar sevdasını söylemeden bir sokağa sapanlar
İçlerinde nane olan bir yerlerden geçecek
Bir soğuk yüreğe oyarak soğukluğu
Ya da onlar mı ki akşamlara dek bir bilardo oyuncusu
Biri bir zincirle ya da bir şapka kenarıyla özdeşleşerek
Birdenbire kaldırabilir ki eğik boynunu
Ne çabuk
Evet, ne çabuk, akşam oldu mu.

Arklardan yüze yüze geçen anılar
Toplasak, toplasak, neye benzetsek
Kilosu on liradan elmalar tam sıfıra düşecek.

Bir yanda yokluk içinde, bir yanda
Ey sonbahar, ey o büyük çiçek.

8 Şubat 2011 Salı

Merhaba Canım / Arkadaş Zekai Özger

ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri çok severiz

hayat trajik bir homoseksüeldir
bence bütün homoseksüeller adonistir biraz
çünki bütün sarhoşluklar biraz
freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır

siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü
çünki ben okumuştum muydu neydi
biryerlerde tanrılara kadın satıldığını
ah canım aristophanes

barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum
ölümü de bir giz gibi içimde
ölümü tanrıya saklıyorum
ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüvericek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müreni seveceksiniz
(zeki müreni seviniz)

22 Ocak 2011 Cumartesi

Aşk / Altay Öktem



biz seninle ikimiz şubat gibiydik
kayadan düşsek ağrımazdı bir yerimiz
küçücük bir taş görsek irkilirdik

öyle sıkılırdık ki birbirimizden içimiz kalkardı
bir şiiri tersten okumak bile anlamlıydı
karıncaları başparmağınla ezmek
sinek kanatlarını yakmak o günlerde

hiç boş kalmayan ama hep yalnız
bir otel odası gibiydik seninle
boşuna aldatılırdık, boşuna susardık
boşuna bakardık çöken bir balkondan kendimize

bir anlam veremezdik çekip gitmememize

her aşk
aynıdır zaten çoğalır kan kaybettikçe

21 Ocak 2011 Cuma

İlk Aşklar / Can Bahadır Yüce

camlar uzun gecelere açılırdı, bakardık!
yorgun göğü savuran bir kuşun ayrıntısı,
düşerdi içimize yeni bir kalabalık,
aramızda kalırdı güllerin bulanması

nelerden biliyorduk! belki de kendimizden,
bir çiçeği kuşanmak gözden uzak oldukça
güller birer sitemdi, göğsümüzden geçerken
ranzalara çizilen mavi atlıkarınca

gökle oyalanırdı her suskun çocuk,
yağmurlu koğuşlara ilk kez girerdi gece,
yataklarımızda beyaz yalnızlıklar bulurduk;
kimler için susardık yatmadan önce?