2 Ağustos 2011 Salı

Üç, Dört, Beş

ÜÇ

Sultanahmet'e yakın bir duvarın üzerinde oturuyoruz. Yerebatan Sarnıcı'nın giriş kapısının oralarda bir yer.

"Saat 7'ye mi ayırttın yeri?" diye soruyor.

"Evet."

"Saat kaç?"

"Yediyi on geçiyor, gidelim mi?"

"Öyle şıp diye de damlamayalım. Birer sigara içelim, gideriz."

Birer sigara sarıyoruz, Golden Virginia. Gün boyunca dolandığımız yerler geliyor aklıma. Açık olsaydı gireceğimiz İstanbul Kitaplığı, Topkapı Sarayı ve Arkeoloji Müzesi. İnsanlara restoranın yerini sora sora dolanmamız, Çiğdem Pastanesi'nin şahane pastaları, kıskandığım bir lise hayatı. Her şey bir bütünün parçaları gibi sanki yerli yerinde. Onunla geçirdiğim her saniye, hayattaki eksikliklerimi gideriyor gibi.

Sigarasını söndürüyor ve ardından ekliyor:

"Keşke sen de İstanbul Erkek'e gelseymişsin lisede," diyor.

"Keşke," diyorum. "Bu kadar geç kalmasaydım keşke sana."

Aklımdan bir şarkı geçiyor, Ezginin Günlüğü'nden İstanbul olabilir mi acaba?


DÖRT

Ben onu haketmek için ne yapmıştım, onu düşünüyordum yürürken. Yanımızdan bisikletliler geçiyordu, biz el eleydik. Mutluydum, mutluydu. Gelirken vapurda öpmüştüm onu, aklıma ister istemez Cemal Süreya gelmişti. Eşsiz bir andı, elbette. Şimdiyse, Burgazada'da, öyle rahat öyle mutlu yürüyorduk. Sahilden biraz ilerledik, karşımıza çıkan kiralık evlerle yaz tatili hayalleri geldi aklıma. Onunla birlikte yaşamak, tatil yapmak. Onun yanında uyanmak mesela. Dünyada daha mutlu bir sabah bilmiyordum.

Yol ikiye ayrıldı, denize doğru indik. Bira şişesi kırıklarına dikkat etmek lazım. İskele var. Ucuna yürüyelim mi? Yürüyelim.

Oturduk iskelenin ucunda. Uzaktan 4. Levent'teki kuleler, şehrin kalabalığı ve pisliği gözüküyordu. Biz uzakta, beraber, mutluyduk.

Ayağımı sarkıttım suya, denizanaları vardı, onlara doğru eğildim, baktım.

"Dikkat et, düşme," dedi.

O kadar mutluydum ki, bir sigara yaktım.


BEŞ

Yan komşusuna belli belirsiz bir selam verip açıyor evin kapısını. İşte asıl huzur ondan sonra başlıyor.

1 yorum: